AK Parti ve MHP’nin kurduğu ittifak “devlet ebet müddet” paydasında birleşmektedir. Hatırlanacağı gibi 2023 Türkiye hedeflerini ilk gündeme getiren parti MHP ve lideri Sn. Dr. Devlet Bahçeli’ydi. AK Parti ve Sn. Cumhurbaşkanımız bu vizyonu sahiplendi, ne MHP’li ne de AK Partili kadrolar bundan rahatsızlık duymadı. 

CHP, İyi Parti, HDP ve SP birbirleriyle gizli ve açık bir ittifak içine girdiler. Utanılacak bir iş yaptıklarının farkında olmalılar ki bu ittifaka atıf yapanlara çok kızıyor, iftira atmakla suçluyor ve işbirliklerini inkâr ediyorlar. 

Bu ittifak Partilerinin Türkiye’yi daha iyi yönetmek gibi bir iddiası yoktur. 

Amaçları Türkiye Cumhurbaşkanını devirmek, kendi tabirleriyle “ondan kurtulmak”… 

Şehirlerin yanmasını, demokrasinin askıya alınmasını hatta Türkiye’nin bölünmesini önemsemediler ve  “bu adam gitmeli” inadıyla ve ortak paydasıyla her türlü işbirliğine yanaştı(rıldı)lar.

Aslında bu ittifakı oluşturanların veya bu partileri ittifaka zorlayanların/ mecbur edenlerin niyeti çok açık: Önce Sn. Cumhurbaşkanına ve nezdinde Türk Devletine vurabilecekleri kadar büyük bir darbe vurup, daha sonrasında oluşacak kaosta Türkiye’nin kaynaklarını yeniden bölüş(tür)mek.

Nasıl Mı? Yakın Tarihimize Bir Bakalım. 

Özal rahmetli olduktan sonra oluşan kaotik ortamda, 1994-2002 yılları arasında, Türkiye topladığı 159 milyar TL verginin 135 milyar TL’sini, yani toplanan vergilerin %85’ni faize verdi.

Faiz giderleri sadece 1997 yılında düştü. 

Bu düşüşü engellemek için yapılan 28 Şubat darbesi başarıyla sonuçlandı ve faiz hortumu büyüdü. 

2001 yılında devlet topladığı vergilerin yüzde 103’ü kadar faiz ödedi. 

1993 yılında 178 USD olan asgari ücret 2002 yılına gelindiğinde 150 dolara geriledi. 

Bugün 45-55 milyon USD’ye mal olan ve yapan yerli (muhalefet yandaş diyor) müteahhitleri zengin eden barajlar, 4,5 milyar USD’ye batılı şirketlere yaptırıldı. 

Özetle 1990’lı yılların başında Özal’a karşı oluşturulan cephe, Özal’dan kurtulduktan hemen sonra çok değil 8 yılda ülkenin kaynaklarını sömürürcesine bölüştü. 

Hatırlanacağı gibi bu yağmaya iki lider dur diyebildi. Birincisi Sayın Devlet Bahçeli bu yağmayı ülkeyi genel seçimlere götürerek (yani iktidarın imkânlarından faydalanmak yerine yine önce devletim diyerek) İkincisi ise Recep Tayyip Erdoğan.

2002 yılından bu güne 6 milyon aile ev sahibi olmuş, son 16 yılda nüfus %20 artmasına rağmen istihdam %35 artmış, batılıların ifadesine göre Türkiye dünyanın en iyi sosyal güvenlik sistemimi kurmuş, kendi topraklarını korumak için savunma sanayini geliştirmiş, 240 bin olan üretim tesis sayısını 390 bine çıkarmıştır. İşin ilginç olan yanı bu sürede Türkiye devlet net borçlarını en fazla azaltan dünyadaki ikinci ülkedir. Yani bu süre içinde devlet net borçları da azalmıştır. 

Ancak muhalefet bu verilerin tamamını yok saymaktadır. Zira onları bir araya getiren güç üretimden değil sadece faizden kazanılacağına inanmaktadır. Bu inanç o kadar güçlüdür ki Türkiye’nin üreterek büyüyebileceğini kabul etmezler. Bu nedenle sürekli olarak “her şeyimiz ithal” sloganından başka bir analiz yapamazlar.

★★★

TÜRKLER SADECE SAMAN MI ÜRETEBİLİR? 

Türkiye’nin saman ithal etmesiyle Türkiye’de tarımın bittiğini iddia edebilmektedirler. Zira zihinleri şöyle çalışmaktadır: “Türkler ancak saman üretebilir, e samanı da ithal eder hale geldiysek Türkiye’de tarım bitmiştir”. 

Oysa 2002 yılında Türkiye Avrupa’nın 4. Büyük tarım ülkesiydi. 

Bugün Türkiye Avrupa’nın en büyük tarım üreticisidir. Yani Avrupa birincisi… 

500 yeni barajla sulanabilir tarım alanlarımız arttıkça çiftçilerimiz düşük katma değerli saman üretimi yerine endemik bitki ve yüksek katma değerli tarımsal üretime geçebildiler.  

Böylece 2002 yılında 24 milyar USD olan tarımsal üretim 55 milyar USD oldu. Türkiye dünyanın 32. Büyük tarım alanlarına sahip olmasına rağmen bugün dünyanın en büyük 7 tarım üreticisinden biridir. 

Şimdi bu verileri yok saymak ve muhalefetin batıyoruz demesi ne anlam ifade eder? Çok basit, batan biri ne yaparsa onu yapacaklar, ilk el uzatana (muhtemelen kendilerini bir araya toplayanlara) bizi kurtar diye sarılacaklar. 
Yani iktidara geldiklerinde “neden ülkeyi talan ediyorsunuz?” sorusuna “batıyorduk ne yapalım bunlar olmadan kurtulamayız” diyecekler. 28 Şubat sonrası yurt dışından bakan ithal edildiği dönemleri hatırlayın lütfen. 

Bu ifadelerden Türkiye’de her şey mükemmel, güllük gülistanlık manası çıkartılmasın. Zira önümüzde yapılacak çok iş var. Özellikle tarımda ve tarımsal sanayide… Şu anda yılda yaklaşık 6 milyar USD olan tarımsal ürün dış ticaret fazlamızı 25 milyar USD ye çıkartabilmemiz çok mümkün. Ama tarım bitti diyenlerin böyle bir iddiası olabilir mi? Yani Türkiye’nin birikimlerini,  kazanımlarını sırf bir kişi gitsin inadıyla yok sayanlar bittiğini iddia ettikleri bir sektörden nasıl ülke halkı için zenginlik, refah üretebilecekler. Ama zaten böyle bir iddiaları yok ki… 

“Yıkmak için balyoz çekiçten daha iyidir” düşüncesiyle pervasızca ve sonunun nereye gideceğini düşünmeden sadece yıkım araçlarını birleştirmektedirler. Millet ittifakı olarak adlandırdıkları ittifak aslında küçük darbelerle yıkamayacakları bir lideri birleşerek bir balyoz olarak yıkma çabasıdır. Bu çerçeveden bakınca bu ittifak bir balyoz ittifakıdır.