Yargı reformu.

Bi’ daha!

Kaçıncı defa?

Levent Yüksel’in 1998 tarihli “Adı Menekşe” albümünde yer alan ve halen keyifle dinlenen şarkısının adı neydi: Bi’daha

“Ben ettim sen etme affet, bırakma beni bu karda kışta, bitti, geçti, gitti, tövbe” diyordu.

Bir kez daha yargı reformunu yazıyor gazeteler.

En son söylememiz gerekeni en başta belirtelim:

Yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatı olmadığı sürece yapılan düzenlemeler uygulamada sadece “makyaj”dan öteye geçemeyecek adımlardır.

Bir ülkenin yargısında gerçek reform, yargıda tarafsızlık ve haliyle yargıda bağımsızlık ile yargıç güvencesi sağlanabildiği ölçüde reformdur.

Ötesi gündemi doldurmak, uygulamada sıkıntılı olan birkaç aksaklığı gidermek ve birkaç yeni düzenleme yapmaktır.

Yargı reformu dediğimizde ufkumuzun çok daha genişe açılması gerekir ki kamuoyuna yansıyan maddelere göre böyle bir şey olmadığı ortada.

Kaldı ki keşke yüzlerce hukuk fakültemiz varken; birkaçının olsun, yargı reformuna yönelik sesleri duyulabilse, görüşleri alınabilseydi.

Ancak ne yazık ki hukuk adına konuşması gereken hukuk fakültelerimizin sayısı çoğaldıkça sesleri azaldı.

Dönelim paketten yansımalara:

Öncelikle ve özellikle altını çizeceğimiz o maddeye bakalım:

“Haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç sayılmayacak.”

Neresine bakalım?

Bunun nesi reform önce bunu bir irdelememiz gerekiyor.

Yani bugüne kadar haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç mu sayılıyordu ki şimdi reform belgesinde “suç sayılmayacak” deniyor?

“Düşünce açıklamaları” şeklinde bir tamlama var ki netice itibariyle “düşünce” mi suçun konusu?..

“Haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları” deniyor.

Bunun sınırını kim belirleyecek?..

Hakim mi, bilirkişi mi, tek kişilik bilirkişi mi, üç kişilik bilirkişi heyeti mi, üniversiteden heyet bilirkişi mi?..

Bakınız; gazetecileri yerel mahkeme mahkum ediyor, üst mahkemesi olan ve istinaf olarak tanımlanan bölge adliye mahkemesi de yerel mahkeme kararını onaylıyor. Sonra Yargıtay’a giden dosyada Yargıtay diyor ki; “bunlar sert eleştiridir, demokrasi tahammül gerektirir, kesin ve her türlü şüpheden uzak kanıt olmadığı sürece keyfi olarak ceza veremezsin.”

Yargıtay’ın söylediği yeni veya ilginç bir şey değil.

Ceza muhakemesi dersinde yani onlarca hukuk fakültesinde zaten temel derslerden birinde belki binlerce kez söylenmiyor mu bu:

“Bir şüpheli hakkında ceza verebilmen için hakkında kesin, inandırıcı, her türlü şüpheden uzak delil olmalıdır.”

AİHM ve evrensel hukuk normları ile Basın Hukuku kapsamında “Eleştiriye ceza verilmez, sert eleştiri kamuoyu adına denetleme görevini ifa etmektir. Siyasiler ve kamuoyunda tanınmış kişiler sert eleştiriye tahammül etmek zorundadır” şeklinde var olan kural, yeni bir kural mı?..

Buna rağmen asıl Yargıtay’a değil, bilinen açık hukuk kuralları kapsamında ceza tesis eden ilk derece ve bölge adliye mahkemesine bakmak gerekmez mi?..

Şimdi paketteki “Haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç sayılmayacak” düzenlemesini tekrar tekrar ve ağır ağır okuyun, reform nedir düşünün.

Keza, “hukuk mesleklerine giriş sınavı” da geliyor… Bir ara avukatlığa başlayabilmek için sınav getirilmiş ve sonra neden kaldırılmıştı acaba?..

Ayrıca, hukuk mesleklerine giriş sınavı yapılsın yapılmasına da İdari Yargı ve, Anayasa Mahkemesi’nde bile hukukçu olmayan meslek mensupları “hakim” olarak görev yapıyor, bunu ne yapacağız?

Bi’daha.Bi’daha.

Yargı reformu:

Yargıç bağımsızlığı ve onunla beraber nihayetinde gelecek yargıda tarafsızlık ile yargıç güvencesi ile sağlanabilir; liyakat tepe noktaya çıkabilir, mülakatlarla her gelen kendi adamını hakim savcı yapmaz ve tecrübeye dayalı atama sistemi tekrar eski rayına girerse eğer…

İşte o zaman karşımıza gelen “reform” sayılabilir. Gerisi, Yüksel’in dediği gibi “Bi’daha, bi’daha” olarak kalacak sınırlı bir yasal düzenleme ve değişiklikten öteye geçemeyecektir.