Klasik doğu edebiyatlarının romantik hikâyelerinden birinin adı Veyse vü Ramin'dir. Ünlü şair Fahreddin Esad Cürcanî tarafından XI. yüzyılda ilk defa kaleme alınan hikâyeyi Türk diliyle yazan tek şair Lamii Çelebi (ö.1532) olmuştur. Bu kitabın yazılış hikâyesi kitap kadar ilginçtir.

Feridüddin Attar'dan naklen (bk. Aşkname, r's, 85 vd.) anlatalım:

Vaktiyle Gürgan'da, Behram Şah adlı iyi huylu, cömert ve sanatçıyı himaye eden bir hükümdar yaşardı. Kadir kıymet bilir biriydi ve ünlü şair Fahreddin Es'ad Cürcanî'ye itibar ederdi. Fahreddin ona medhiyeler yazar, o da şairi nimetlere boğardı.

Behram Şah'ın hizmetinde bulunan, güzelliği Zeliha'dan aşkın bir nedimesi vardı. Yanaklarına sarkıttığı misk ve sümbülden saçlarıyla herkesin gönlünü çelen bu dilberin yüzü ay gibi parlar, kaşını gören kaş gibi eğrilir, dudakları ikiz nar tanesine, gözleri nergise benzerdi. Behram Şah sarayının geniş salonunda eğlenmeyi severdi. Bir bahar akşamında, şiirlerin okunduğu, hanendelerin söylediği, sazendelerin makamlar dolaştığı bir meclis kurmuş, oraya Fahreddin'i de davet etmiş, o da coştukça coşmuş, medhiyelerin mübalağalarını ayyuka çıkarmıştı. İşte o sırada olanlar oldu. O ay yüzlü güzel, elinde meyve tepsisiyle meclise giriverdi. Tatlılığı bütün aleme şeker saçıyordu. Gamzesinden fırlayan kirpik oklarıyla meclisteki hemen herkesi vurmuş, avlamıştı. Ama en ziyade kanattığı yürek, en ziyade yaktığı can Fahreddin'in canı olmuştu. Meclistekiler bunu Fahreddin'in söylemeye devam ettiği şiirlerin yakıcı kelimelerinden anladılar. Elbette bunu Behram Şah da anladı, lakin belli etmedi. Sultanlar elbette herkes gibi davranmamalıydılar, o da kendine düşeni yaptı, göz yumarak olacakları bekledi. Meclistekiler şarapla sarhoş olur mestlik gösterirken Fahreddin aşk ile serhoş oluyor, kendinden geçiyor, canı ateş deryasında dalgalanıyordu. Şah içkiyi artırdıkça artırdı, ikram çoğaldıkça çoğaldı, kendisi de kâfi miktarda içip mestlik gösterdi. Yine de gözleri yanmış, mum gibi eriyen Fahreddin'deydi. Sevdiği şairin gönlünü aşk ile ateş arasında görünce dayanamadı, merhameti coştu ve nedimesini ona bağışlayıverdi. Fahreddin sultana teşekkür ederken olanlara inanamıyordu. Sultan yine "İşte sana bağışladım, cariyen oldu say, elinden tut götür!" dedi. O da içkiden başı dönen kızın elinden tutup salondan çıktı. Fahreddin aşk ile sarhoştu ama aklı henüz başındaydı. Olup bitenin akıbetini düşünüp bir plan kurdu. Padişahın meclisinden çıkan birkaç yüksek rütbeli zatı durdurdu. Hepsi iyiyi kötüyü bilir, doğruyu yanlışı ayırır vezirlerden idiler. Onlara dedi ki:

"Behram Şah bu gece sarhoş. Bu nedime de haylice içti, neredeyse yıkıldı yıkılacak. Şimdi bunu evime götürüp orada sabahlarsak, padişah yarın ayıldığında belki yaptığına pişman olur, belki kıskançlıktan kanı kaynar, onu geri isteyiverir. Eğer bu kızcağız benim evimde sabahlamış olursa ne kadar özür dilesem de beni bağışlamayabilir. Gerçi ben bu güzel için can korkusu çekmem, onun için feda olurum, illa ki benim yüzümden ona bir zarar erişir diye korkarım. Bu yüzden şimdi bana onu gizleyebileceğim bir yer söyleyin!"

Vezirlerin hepsi bu tedbiri uygun buldular ve onunla kızı salonun arka duvarına doğru götürdüler. Meğer padişahın tahtının altında taştan yapılma karanlık bir mahzen varmış. Fahreddin gizli kapıdan girince, mahzenin ortasında on kat ipek kumaşla örtülü, ceviz ağacından yekpare ve murassa bir taht gördü. Kendinden geçmek üzere olan kızı herkesin gözü önünde o tahta yatırdı. Yanına da birkaç mum yakıp herkesle birlikte dışarı çıkarken kendisi de bu mumlar gibi yanıyordu. Kapının anahtarını baş vezire teslim edip eşikte sabahladı.

Ertesi gün sultan olup biteni öğrenince pek sevindi, "Edebe riayet etmişsin, yine de nedimem senindir!" diyerek kızı ona yeniden bağışladı. O da gönlü yalımlanarak mahzene koştu. Canı vuslat arzusundaydı, ama gönül sultanı, oturduğu taht ile birlikte baştan ayağa kömür olmuştu. Meğer mumdan bir ateş sıçramış, ipek kumaşları tutuşturup güzel nedimeyi taht ile birlikte yakmıştı.

Sevgilisi ateşe yanan Fahreddin de o günden sonra ateşlere düştü ve aşk hadden aşkın olunca gezip tozduğu yerlerde, dolanıp düştüğü çöllerde Veyse vü Ramin öyküsünü yazdı. Zahirde anlattığı Veyse ile Ramin'in hikâyesi idiyse de hakikatte kalbindeki aşk ateşini dile getirmişti.