Devri saltanatlarında hiçbir arkadaşına ve hiçbir çalışanına hiçbir konuyu danışma ve fikir alma ihtiyacı duymadan görev yaptığını sadece zanneden müdür, amir, memur ve yetililere çoğu kez rastlamışızdır. Bu tür yetkililerin başarı grafiği maalesef devamlı sıfıra doğru hareket halinde olduğu için, çoğu kez başında bulunduğu kurumun da başarısını olumsuz yönde etkiler ve dolayısıyla Devlet - millet kaynaşmasına mani olur ve devletle milletin arasının açılmasına sebebiyet verir. Bu durum o sorumsuzu hiç de rahatsız etmez. Onun yegâne düşüncesi: akşam olsun yevmiye dolsun mantığıdır(!)

Bu tür müdür, amir, memur ve yetkililer idare ettiklerini zannettikleri kurumların ve yakın çalışma arkadaşlarının düşüncelerine, fikirlerine ve olumlu veya olumsuz önerilerine biraz olsun değer verip dinleseler, hâlbuki yine en kazançlı kendileri olacak, ayrıca devletimiz kurumumuz ve şehrimiz kazanacaktır. Bu tip yetkililerin bir diğer özelliği de şikâyet ve dert için gelen vatandaşlarımızı dinlemeden başka yerlere havale etmeleri ve başlarından savmalarıdır. İstiyorlar ki rahatları bozulmasın, makam koltuklarında kahvelerini rahat rahat içsinler.(!)

Önlerine getirilen evrakları dahi çoğu zaman okumadan imzaladıkları için evrak getiren sekreterine; ‘’bak iyice okudun mu sonra karışmam haa’’ diyenleri çok görmüşüzdür. Hizmete kapalı ve fakat eş dost sohbetlerine açık odalarında, kahvesini içerek ballı maaş almak kadar güzel ne olabilir ki..!

Vatandaş derdini her zaman en iyi cümlelerle anlatamayabilir, tumturaklı cümleler kuramayabilir. İşte burada müdür, amir, memur veya yetkilinin derhal devreye girip vatandaşı anlamaya çalışması, ifade etmeye çalıştığı derdini veya şikâyetini anlatabilmesine yardımcı olması gerekir. Vatandaşı tam anlamıyla dinlemeden ne onun derdine çare olabilirsininiz, ne de bulunduğunuz kurumun yüzünü ağartabilirsiniz. Çünkü başarının sırrı önce sonuna kadar ve anlayana kadar dinlemekten geçer. Vatandaş tam anlamıyla dinlenir ve yardımcı olunursa vatandaşın kuracağı cümle: ‘’benim ne güzel Devletim var’’ olacaktır. Baştan savma ve laubali hareketler sonrasında vatandaş yine bazı cümleler kuracaktır ama olumsuz:’’böyle devletin de, böyle memurunda, böyle kurumunda’’ sonu elbette sin kaflı..! Neden? Çünkü vatandaşın gözünde memur, amir, müdür devlet mesabesindedir de ondan.! Sözün burasında bir vatandaşımızdan dinlediğim bir hatıramı anlatayım. Konu: zamanın Belediye başkanı Sabri Uğur’un Balıkesir’in içme suyu tüm isale hatlarını perişan edip tarihi çeşmelerimizi Kerbelâ’ya çevirdiği yıllar. .

Kâmil Denizcan isimli vatandaş anlatıyor: ‘’Kurutulan ve Kerbela’ya döndürülen Balsu ve keçeci suyu çeşmeleri için zamanın Balsu Başkanına gittim ilgi yok. AK Partili Belediye Başkanına gittim meseleye vakıf değilmiş havasında, dinlemeye tenezzül bile etmedi. Garnizon komutanı Paşaya git dediler. Bin bir güçlükten sonra Paşa hazretlerine ulaşabildim. Ulaştım ama ne derdimi anlatabildim nede Paşa beni anlayabildi. Ben Paşa hazretlerine kurutulan şehir suyundan, Kerbelâ’ya döndürülen tarihi çeşmelerimizden bahsediyorum, Paşa hazretleri ise bana; oğlum senin çeşmen mi akmıyor? Evin çeşmeye çok mu uzak? Diye soruyor. Baktım omuzlarındaki yıldızların altında bir hoş olan paşa hazretlerinin beni anladığı falan yok. Zaten usulen ve lütfen dinledi. (o zamanlar paşaların havası on numara) Vali Beye gittim, Balıkesir’e yeni gelmişler daha keçeci suyundan haberi bile yok. Belediye Başkanına git diyerek beni usulünce uğurladılar. Vali yardımcılarından birine durumu anlattım, il genel meclisi başkanına git dedi. İl genel meclisi başkanı beyefendiye gittim, Selimiye barajından gelen arıtılmış dere suyunun(!) iyi ve kaliteli olduğundan uzun uzun dem vurdular.’’ Keçeci suyunu ve Balsuyu ağzına almak dahi istemiyor. Keçeci suyu ile Balsu ile zerre kadar ilgilenmedi bile.!

Velhasılı şehrimizin yok edilen Keçeci suyunu ve Balsu'yu, vatandaş Kamil Denizcan hiç kimseye anlatamamış, doğru dürüst dinleyen bir yetkiliye de rastlayamamış.(!) Ve vatandaş Kamil amca Keçeci suyu derdiyle beraber rahmetli oldu gitti.(!)

O halde kurumlarımızda ve bilhassa Belediyelerimizde vatandaşlarımız önce sonuna kadar bıkmadan dinlenilmeli. Oraya git buraya git diye baştan savulmamalı. Dertler dinlenilmeli ve çare bulunmalı. Şayet iş yapılmak ve çare olunmak isteniyorsa..!

Dinleme ve çare bulma konusunda bir misalde Almanya’dan vereyim. Hadise Berlin yabancılar dairesinde geçti. Bilindiği gibi Almanya’da 72,5 millet olduğu için 72,5 lisan da vardır. Berlin yabancılar dairesine gelen Afrikalı bir kişi dilinin döndüğünce derdini anlatıyor. Memur pür dikkat dinliyor ve fakat meseleyi tam olarak anlaması mümkün değil. Memur adamın derdini anlayamadığı için üzgün. Bu arada memur bir dakika deyip yerinden kalktı ve biraz sonra bir tercümanla gelip derdi olan kişiyi güzelce dinledikten sonra gerekeni yapıtı. Meselesi olan kişiyi memnun bir şekilde uğurladı. Memur da memnun derdini yarım yamalak anlatan kişide.

Peki, bu durum bizim ülkemizde yıllarca nasıl oldu düşünebiliyor musunuz? Yıllarca doğu illerimizde lisanı Türkçe olmadığı için derdini anlatamayan 80 yaşındaki insanımıza, vatandaşımıza; ‘’git Türkçeyi öğren de gel’’ diye çıkışan zekâ özürlü(!) karakol komutanlarına şahit olmadık mı? (doğu ve güneydoğu illerimizde ana dili Türkçe olmayan pek çok vatandaşımız mevcuttur) Allahtan AK Parti ve dolayısıyla Tayyip Bey geldi de bu tür insanlık dışı sahneler ortadan kalktı. İngilizce ve Fransızcanın karşısında el pençe divan duranlar her nedense yöresel dil kullanan vatandaşlarımızın karşısında yıllarca şahin kesilmişlerdi.(!)

O halde resmi daire ve kurumlarımızda yapılacak en önemli iş; vatandaşı sonuna kadar sabırla dinlemek ve meselesine çare olabilmek maksadıyla ilgilenmektir. Bunun bir başka adı ise; Devlet millet kaynaşmasına katkıda bulunmaktır. Çünkü çare olmanın çaresi: vatandaşı önce tam anlamıyla dinlemekten geçer....