Türkiye uzun yıllardır  “korkutularak”  yönetilmiş bir ülke.
Bir bakıyorsunuz “İrtica Geliyor!” diye ortalık toz duman oluyor…Bir bakıyorsunuz “Komünizm geliyor!”… Bir bakıyorsunuz “Bölünüyoruz!”…
ABD, Avrupa, komşu devletler hep birlikte bizi yok etmeye uğraşıyorlar!...
Bir gün Malezyalılaşıyoruz, bir başka gün İranlaşıyoruz…
Bir gün Yugoslavya’ya benzetilerek bölünüyoruz bir başka gün Irak’a benzetilip işgale, federasyona bölünmeye maruz kalıyoruz.
Muhalefet hep iktidarın ülkeyi yabancı büyük devletlere peşkeş çektiğinden bahsediyor…İktidarlar nedense hep okyanus ötesi planların uygulayıcısı oluyorlar…
Bu kısır döngü iktidarda muhalefette hangi parti olursa olsun değişmiyor.. “
“İnsan hakları”, “Demokrasi” , “Hukuk devleti” diyecek oluyorsunuz ya bölücü ya hain ya da işbirlikçi ilan ediliyorsunuz…
İnsan haklarının, demokrasinin, hukuk devleti ilkelerinin “bölücü unsurlar” olarak yorumlandığı bir başla ülke yok her halde….
Ülkemiz barış içinde olsun diye çaba göstermek bile ihanet olarak yaftalanıyor…
Ülke içi savaş çıkınca “dış destek yüzünden ayaklanıyorlar” diyenler “ülke içi barış” projesi ortaya koyunca da “Barış projesi okyanus ötesi planıdır” diyerek aynı gerekçeyle avazları çıktığı kadar bağırıyorlar….
Gerçekten demokratikleşerek bölünen ülke var mı?
Temel insan haklarını tanıdı diye, tam anlamıyla hukuk devleti oldu diye, tam demokrasi gerçekleşti diye dağılan, bölünen, küçülen, işgale uğrayan bir ülke var mı?
Demokratikleştiği, vatandaşına temel insan haklarını tanıdığı için bölünmüş bir ülke insanlık tarihi boyunca hiç görülmüş mü?
Bu kavramlar gerçekten ihanetin, bölücülüğün maskesi mi?
Demokrasi ülkeyi böler mi yoksa bütünleştirir mi?
Komünizm ve irticadan sonra ortalığa yayılan bölücülük korkusu gerçek mi?
Türkiye Yugoslavya olur mu sahiden?
Irak’ın akıbetine uğrar mı gerçekten?
Tarihe baktığımızda Demokratikleşerek bölünen bir ülke yok.
Bu siyasi literatüre bile ters.
Bölünen ülkelere bakarsanız bunların “otoriter yönetimlerin iflasının sonucu” olduğunu görürsünüz.
Yugoslavya, Sovyetler, Irak bölünen bütün ülkelere baktığınızda bölünme öncesi “otoriter” bir yönetime sahip olduklarını görüyoruz.
İnsanlık tarihi “adil” olduğu için bölünmüş yok olmuş hiçbir devlet, bu yüzden helak olmuş hiçbir millet henüz görmedi.
Ama “zalim” oldukları vatandaşlarının diğer milletlerin gözyaşını kanını akıtmış, insan onuruna insan doğasına uyuşmayan zorba, baskıcı, yasaklayıcı hak ve özgürlüklerden uzak yönetim tarzını benimsemiş, vatandaşlarını kendi ideolojisine göre kalıplara dökmeye çalışmış, insanların “Ah”ını aldığı için parçalanmış yok olmuş devletler, helak olmuş milletler mezarlığıdır insanlık tarihi…
Bölünmüşler çünkü “otoriter-baskıcı” bir yönetime sahipler.
Bölünmüşler çünkü “hak ve adalet”ten uzaklaşıp zulmetmişler. İnsanlık tarihi görmüştür ki “baskıcı-otoriter-zalim” yönetim tarzı eninde sonunda iflas ediyor, çöküyor, ülke ve insanlar darmadağın hale geliyor, o devlet ve o millet tarihin tozlu raflarında yerini alıyor.
Bölünenler demokratikleşmedikleri, temel insan hak ve özgürlüklerini, hukuk devleti ilkelerini tanımadıkları, adaletle yönetmedikleri için bölünüyorlar.
Devletler demokratikleştikleri için değil demokratikleşmedikleri için bölünüyor, işgale uğruyor yok olup yeryüzünden siliniyor.
Çünkü, demokratikleşen, halkını belli bir refah ortak paydasında birleştiren anlayış, siyasi iklim, bütünleşmeye hizmet eder.
Oysa ülkemiz bütün insanlığın ortak tecrübesine rağmen demokrasiden-insan hak ve özgürlüklerinden korkutularak terbiye ediliyor.
Bir çocuğu-insanı korkutarak terbiye edemezsiniz, korkutarak aileye bağlayamazsınız..Korkutarak döverek büyüymüş çocuklar ruh hastası olur, kendine güvenemeyen, pısırık, şiddet eğilimle hasta insanlardır. Bir toplumun da korkutularak büyütülmesi mümkün değildir.
Korkutarak ancak o toplumu küçültürsünüz. Bir toplumu ve ülkeyi büyütmenin geçerli tek yolu güven ve umut aşılamaktır. İrticaydı, komünizmdi, bölünmeydi diyerek ülkemizi neden korkutarak yönetmeye çalışıyorlar dersiniz?
Türkiye tarihiyle, kültürüyle, tecrübesiyle, zenginlikleriyle büyüme istidadında bir ülke..
Korkularıyla boğuşan, kendisiyle mücadele eden, güvensiz, iç kavgadan başını kaldıramayan bir ülke sahip olduğu potansiyeli kullanamaz.
Türkiye korkularından kurtulup iç barışını sağlarsa otoriter yönetim sahipleri güçlerini kaybedecekleri için Türkiye’nin önünü tıkamak pahasına sırf kendi güç ve çıkar çarklarını korumak uğruna korku imparatorluğuna devam etmek istiyorlar.
Kendi halkına güven veremeyen, halkını kamplaştıran, onu tehdit olarak algılayan ve bunu kamuoyuna sunan kesimler maalesef hem Türkiye’nin büyümesinin önünde hem de toplumun birlik ve bütünlüğünün önünde engel olmuşlardır...
Türkiye hızla “sürdürebilir” kalkınmaya geçmelidir.
Bunun tek şartı sürdürülebilir demokrasidir. Sürdürülebilir demokrasi de toplumsal barıştan geçer.
Yaşadığımız Terörden dolayı ciddi travmaların varlığı bir gerçek olmakla birlikte her kesimle teröre ‘dur’ diyecek, karşılıklı gönül köprüsünü kuracak bir anlayışı ve siyasi bir dili kurmak lazım.
Çözüm, demokrasiden, birbirini anlayan, birbirinin hakkına saygı gösteren bir siyasi iklimden geçiyor.
2007 seçimlerinde CHP 36 ilde, MHP 39 ilde yok. ‘DTP bölge partisi’ diyoruz ama CHP’nin de MHP’nin de bir bölge partisi konumuna sıkıştığını görmezden gelemeyiz. Öyle bir süreç ki, iki parti bazı bölgelerden tasfiye oluyor, oysa bunlar kendilerini DTP gibi ‘bölge partisi’ olarak görmüyor.
Geleneksel olarak biz CHP’yi ‘bu ülkeyi kuran’ parti olarak biliyoruz; ama şimdi bakıyoruz 36 ilde yok. Bu iki parti açısından da, Türkiye açısından da acı bir durum. Neden o bölgede yoklar?
Eğer CHP ve MHP ‘Türkiye partisi’ ise, gerçekten milli birlik ve beraberliğin bölünmemenin teminatı iseler Misak-ı Millî sınırları içinde her yerde temsili yakalamaları gerekir. Milliyetçilikten hareketle söylem geliştireceklerse bu iki partinin söyleyeceği hiçbir şey olamaz. Söylemler bu şekilde devam ederse iki parti bölge partisi durumuna itilecek.
Ne acıdır ki bu tarz politikanın sonucu, Türkiye’yi bölen bir duruma tekabül ediyor.
Oysa MHP ve CHP çözüm konusunda irade beyan ederlerse kendilerinin de bu açılımla birlikte bir ‘Türkiye partisi’ olma şansları var. Bu demokratikleşme paketleri  asıl CHP ve MHP’ye yarayacak.
Demokrasi hamlelerine  destek verirlerse Türkiye ile birlikte kendi önleri açılacak.
Marjinal kesimlerin sözlemlerini tekrar ederek bu sözleri örnek göstererek toplumu korkularla ikna etmeye çalışan bir kesim var. Marjinal kesimlerin istekleri gerçekleşiyormuş gibi yalan yanlış bilgiler yayılıyor ve sorunların çözümü sekteye uğratılmaya çalışılıyor. Marjinalliklerinin arkasına sığınarak pek çok şey söylenebilir. Ama devletin muhatabı marjinal söylemler olamaz.
Devlet halkın sağduyusunu referans almalıdır.
Türkiye ve Türk halkının sağduyusu ile oynanıyor.
Türkiye dirençlere rağmen bütün bu demokrasi paketleriyle attığı her adımdan güçlenerek çıkmıştır.
Demokratik bir Türkiye için Adnan Menderes ile 1950 yılında başlayan açılım 1960 Darbesiyle engellenmiş ve açılım yolunda ilk adımı atmış Başbakan idam edilmişti.
İkinci açılım adımı ise Özal’la başlamış ancak o da sonunda şüpheli bir ölümle aramızdan ayrılmıştı. Gerek Menderes gerek kendileri için risk alan, canlarıyla bedel ödeyen cesaretle adım atan her iki lidere de hak ettikleri vefayı göstermektedirler.
Türkiye şimdi üçüncü kez Demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri için adım atmaya çalışmaktadır.
Türkiye bu kez başarmalıdır.Başarmak ve demokratik bir hukuk devleti olmak zorundadır.
Varlığına birliğine bütünlüğüne devam edebilmesi için hızla demokratik bir cumhuriyet özelliğinde yeniden yapılanmak zorundadır.
Türkiye demokratik bir hukuk devleti halinde yeniden yapılanmadığı takdirde işte o zaman Yugoslavya gibi parçalanması, Irak gibi işgal edilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu yüzden Hükümet yılmadan, bıkmadan milletin ferasetinden, sağduyusundan ümidi kesmeden demokrasi yolunda hızla adım atmalıdır.
Ak Parti Hükümeti son demokrasi paketi ile çok önemli bir adım daha attı…Evet Sayın Tayyip Erdoğan, demokrasi adımlarına duraksamadan devam….