Pek anlamadığım konulara girmek istemem. Çoğu zaman bilmek anlamak manasına da gelmez. Hatta ezberlersiniz ama anlamazsınız. Genelde şiir gibi, müzik gibi ahengine kapılırsınız. Anlamanın ötesinde büyüsüdür sizi etkileyen.

Bazen okur geçersiniz, dinler geçersiniz. Anlık olur. Sonrasında sizde bir izi kalmaz. Birçok alanda öyle değil miyiz? Müslümanlığımız da öyle değil mi? Aldığımız abdest, kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, okuduğumuz Kur’an, ettiğimiz dua her gün yaptığımız şeyler belki hayatımızda. Ne kadar anlayarak ne kadar farkında olarak yaşıyoruz?

Camilerin kapalı, Cumaların kılınmadığı hayatımızda ilk defa bir Ramazan iklimindeyiz. Bütün dünya gibi ne olduğu çözülemeyen daha biri bitmeden ikincisi, üçüncüsü konuşulmaya başlanan bir virüs belasının ortasındayız. Ekonomiler durmuş, üretimler yavaşlamış, hayatın akışı çerçevelenmiş. Ama zaman akıp gidiyor. Yaşam bir şekilde sürüyor.

İşte bu noktada ekonomide neler oluyor? dedirtecek dolar oyunları karşımıza çıkıyor. Vatandaşın dövizle hiçbir alakasının kalmadığı bu dönemde nasıl oluyor da dolar yükseliyor, lira değer kaybediyor. Dedim ya pek anlamadığım bir alan.

Birçok yorum birçok değerlendirme okuyorum. Okuduğumuz oranda biliyoruz. Ama anlamaya gelince problemimiz var. Türkiye 2018’ın aynı döneminde benzer bir durum yaşadı. 24 Haziran seçimleri dolayısıyla ötelenen durum Temmuz-Ağustos ayında patlak verdi. O dönemde de bu işi pek anlamamıştık. Şimdi de anlamak mümkün mü bilmiyorum. Anlayan gelsin beri.

Hep derim biz gazeteciler her ne kadar uzmanı olmasak da her konuyu haber yapacak ve yazacak kadar vakıf oluruz.

Yazılanlara çizilenlere bakınca anladığım bir nokta var. O da Türkiye’nin kamu dış borç miktarı ile özel sektörün dış borcu. Kamunun yani devletin dış borcu istatistiklere baktığınızda öyle ülkeyi kaosa sevk edecek miktarda değil. Ne kısa vade de ödenmesi gerekenler açısından ne de uzun vadede ödenmesi gerekenler açısından.

Yazı öncesi rakamlara göz gezdirdim. Devletin dış borcu neredeyse tüm dış borcun içerisinde % 22-23’ler seviyesinde kalıyor. Gerisi özel sektör borcu. Bu borcu kimler neden almış, nereden almış, niye almış, ödenmelerinde nasıl bir yol izleniyor bilmiyorum. Bu alınan borçlar hangi alanda kullanılıyor? Onu da bilmiyorum.

Anladığım kadarıyla uzmanların değerlendirmelerinden çıkardığım sonuç özellikle özel sektörün aldığı dış borçlar konusunda ciddi bir denetim eksikliği var. Özel sektörde borçlar kısa vadeli spekülatif hareketler için kullanılıyor.

Özel sektörün dış borç alma kredi kullanma esaslarını bilmiyorum. Ama eskiden şahit olup haberini de yazdığım bir konu vardı. Parlamento muhabiri dönemimde Plan ve Bütçe komisyonunda Üniversitelerin bütçesi görüşülürken enteresan bir tablo elime geçmişti. Galiba 1996’lardı. Özel ve kamu üniversitelerinin bütün bütçeleri TBMM Plan ve Bütçe komisyonundan geçer. İçlerinde Galatasaray ve Koç Üniversitesi’nin de bulunduğu kurumların aldıkları dış krediler. O günkü şartlarda Hazine garantisi verilmiş. Enflasyon %50’lerin üzerinde. Aldıkları Hazine garantili kredileri TL’ye çeviriyorlar.Onlar Hazineye TL ödüyor. Hazine bu krediyi onlar adına döviz olarak ödüyordu.

Bugün gelinen noktada ise benzeri bir durum yaşanıyor. Özel sektörün ne yaptığı ve nasıl değerlendirdiğini bilmediğimiz dış borçlarının ceremesini millet ve devlet çekiyor. İhracata dayalı üretim için kullanılmayan özel sektör dış borç yükü bu gidişle ekonomiye ciddi zarar veriyor. Spekülatif hareketlere mahkûm ediyor.

Korona virüs salgınının getirdiği ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu bir dönemde Türkiye’nin dolar konusunda yaşadığı sıkıntı pek anlaşılır değil. Özel sektör dış borç stoku kaynaklı yaşanan bu durumun kısa zamanda genel ekonomimizi yaralamasına müsaade edilmemelidir. Birileri borç para ile üç kuruşluk menfaat sağlayacak diye bütün milletin fatura ödemesine müsaade edilmemelidir.

İki yıl önce yaşananlardan ders çıkarılmayıp bugün aynı şey yaşanıyorsa oturup düşünmek gerekir. Türkiye sürekli doldurulup boşaltılan bir ülke olunmasına müsaade edilmemelidir.

Kalın sağlıcakla…