Allah, inkârcılara; "Yeryüzünde kaç sene kaldınız?" diye sorar. 
Onlar, "Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor!" derler. 
Bunun üzerine Allah şöyle buyurur: 
Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu daha önce bilmiş olsaydınız. Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”   

***
Zaman hızla akıyor, ömür sermayesi tükeniyor. 
Günleri “dün” eyledikçe, sayılı günlerimiz azalıyor. 
Yılları eskittikçe, hesap gününe biraz daha yaklaşıyoruz. 
Önümüzdeki Salı günü yeni bir yıla gireceğiz.
Duvarlarımıza yeni takvimler asacağız. 
Tıpkı bir sene önceki gibi. 
Nasıl da tükendi 365 gün! 
Nasıl da göz açıp kapamak kadar çabucak geçti yüzlerce gün, binlerce saat!
Şair ne güzel ifade ediyor bu hakikati!
“Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi, bir göz yumup açmış gibi”

***
Yeni günler, yeni bir yıl bekliyor bizi. 
Ömrümüz olursa, onların da tükendiğini göreceğiz. 
Bir gün biz de bir takvim yaprağından önce düşeceğiz dünyadan. 
Bizden önce başkaları için hep böyle oldu, bizim için de böyle olacak. 
Başkaları için sıradan olan bir gün, bizim için en büyük göç başlayacak. 
Ömür defterimiz kapanacak. 
Ebedî ömrümüzün rengi o gün belli olacak. 
Dünya imtihanımız sonlanacak, elimiz kolumuz bağlanacak. 
O günden itibaren, ebedî hayatı kazanmak için bir şey yapamaz hâle geleceğiz. 
Geçirdiğimiz yılların hesabı sorulacak!

***
Yeni yıl, ister hicrî olsun ister miladi; önemli olan bizim vakti nasıl karşıladığımızdır. 
Önemli olan, yeni bir yılın başlamasına ne anlam yüklediğimizdir. 
Yıllar ister ay’a göre belirlensin, ister güneşe göre, fark etmez. 
Rabbimiz bize güneşi de şahit gösterir, ayı da..
Önemli olan, yeni günlerin adının ne olduğu değil, yeni günlerde nasıl var olduğumuzdur.
Zamanın geçişini haber veren yıl başlangıcı gibi özel zaman dilimleri, bir fırsattır önümüzde. Yeni bir başlangıç yapmak içindir bu fırsat. 
Hatalarımızı gözden geçirip yeni kararlar almak içindir bu fırsat. 
Hayatımızda yeni beyaz sayfalar açmak içindir bu fırsat. 
Zamana değer katabiliriz elbet. 
Zamanı kurtuluş sebebimiz yapabiliriz. 
Zamanı ilmek ilmek işleyebiliriz. 
Gelen yılın günlerinde cenneti kazandıracak işler yapabiliriz. 
Elimizdeki bir deste takvim yaprağından sonsuz mutluluk çıkarabiliriz. 
Önümüze gelen her yeni günü kendimize güzel bir şahit yaparak ahirete yollayabiliriz.
***
Her yılın başlangıcı, aslında bizlere bu mesajları veriyor. 
Ancak üzülerek ifade edelim ki, başka dinlere, başka kültürlere, başka dünyalara ait sembolik unsurlar, yılbaşı eğlenceleri ile bütünleştirilerek bir tüketim kültürüne dönüşmüştür. 
Daha endişe verici olanı ise geleceğimizin teminatı olan çocuklar üzerinden bir kimlik ve kültür erozyonu gerçekleştirilmesidir.
Ömrümüzden bir sene gittiği halde sanki bir sene kazanmış gibi zamandan intikam alırcasına, kendini ve değerlerini unutarak, kendinden geçerek alkollü içkilerle sabahlara kadar eğlenmek ne kadar hazindir.  
Emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango, toto ve loto gibi talih ve şans oyunlarının peşinden sürüklenmek ne kadar üzüntü vericidir.
Gönül ister ki, her yılın başlangıcı, insanoğlunun iç içe geçmiş muhasebelerini yaptığı, kendi insanlığını yeniden kurduğu bir milat olsun!
***
Her yılın ilk gecesi, anlamsız gayretlerin peşinde sürüklenmenin vakti olmamalıdır. 
Aksine ömrümüzden geride bıraktığımız yılın muhasebesinin yapıldığı vakittir. 
Yeni bir yıla daha kavuşturduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükretmemiz gereken vakittir. 
Zamanın sahibi Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluğumuzun şuurunda olma vaktidir. 
Günün beş vaktini secdeyle anlamlandırmaktır. 
Durduramadığımız vakti yüreklerimizle doldurmaktır.
Bu fani dünyadan ebedî cenneti çıkarabilmektir. 
Gelip geçen yılların tarlasından sonsuzluk hasadını elde edebilmektir.
***
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashaptan birine şöyle nasihatte bulunuyordu: 
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin; 
Ölümünden önce hayatının, 
Meşguliyetinden önce boş zamanının, 
Fakirliğinden önce zenginliğinin, 
İhtiyarlığından önce gençliğinin,
Hastalığından önce sağlığının...”
***
Cuma namazının hutbesiydi okuduklarınız. 
Birçoğunuzun aklınızda duruyor biliyorum. 
İnananların aklından hiç çıkmadığını, çıkmayacağını, çıkmaması gerektiğini biliyorum. 
Zaten sizin için değil, duymayanlar için aldım bana ayrılan sütunlara bunu.
Duymayanların kim olduğunu merak ettiğinizi biliyorum. 
Aslında sizde biliyorsunuz, bizde onların kimlerden oluştuğunu. 
Gözleri var, ama görmüyorlar.
Kulakları var, ama duymuyorlar.
Kalpleri var, ama hissetmiyorlar. 
Elleri var, ama dokunamıyorlar.
Ayakları var, ama kendi iradeleriyle ayakta duramıyorlar.
İnsan olarak yaratılmışlar, ama bir hayvandan daha adiler. 
Nankör oldukları kadar, şeytana teslim olmuşlar. 

***
Kin, nefret, nifak, iftira, hasetlik beslendikleri tek değer(!), tutundukları tek dal. 
Yok hayatlarında başka bir değer..
Azıcık olsa içlerinde Allah korkusu, onlarda görecek dün eylediğimiz günleri, ama... 
Biliyorum yok işleri onların dinle imanla, Allah ile kitapla..
Benim iyiliğimi (!) benden daha çok istediklerini de iyi bildiğim, 
Yazdıklarımı, söylediklerimi merak edip en ince ayrıntısına kadar takip ettiklerini de bildiğim için aldım dünkü hutbeyi sütunlarıma bir iyiliğim daha dokunabilir düşüncesiyle..
Belki yeni bir başlangıç yapmalarına fırsat olur diye..
Hatalarını gözden geçirip yeni kararlar almalarına vesile olur diye..
Kudurmuş köpekler gibi hırlamaktan, havlamaktan kendilerini kurtarırlar diye..
Geride bıraktığınız yıldan dersler çıkarıp, yeni yılın yeni bir hayatın başlangıcı olması dileğiyle,
Yaradan yar ve yardımcınız olsun...
,,,,