Dünyayı bilmem ama Türkiye’de bazı konular “Tarih tekerrürden ibaret” dedirtecek düzeyde. Konu teknolojik gelişmeler olup dünya piyasasından payımızı alma konularına gelince garip bir el adeta ‘olurumuzu olmaz’, yapıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Barış Pınarı Harekâtı öncesi planlanan sonrasında ABD Temsilciler Meclisi’nin yaptırım ve Ermeni kararı sonrası iptali tartışılan ABD ziyareti Çarşamba günü gerçekleşti. Erdoğan-Trump görüşme 3,5 saati buldu. Bu görüşmenin önemi, bu görüşmede nelerin konuşulduğunu, bu görüşmenin gelecek yansımalarından çok tevafuk eden farklı bir konuyu ama bu görüşmenin en azından bir iki maddesini ilgilendiren tarafına işaret edeceğim.
Çünkü bu tür görüşmeler gerçekleşmeden önce masaya ilgili konular yatırılır. İlgili ulaklar üzerinden müzakereler yapılır. Mutabakata varılan konular belirlenir ziyaret teyitleri ondan sonra alınır. Ziyaretler sadece resmiyete kavuşturmadır.
ABD Temsilciler Meclisinin aldığı yaptırım kararları ve Ermeni Kararı ya gerçekten üzerinde uzlaşılan konuların bir kısmından ABD’nin rahatsız olması veya farklı tavizler konusunda Türkiye’yi yeni bir pazarlık masasına zorlama girişimidir. Bu karar sonrası ABD ziyaretinin iptal edilmemesi ve kararlaştırıldığı gibi gerçekleşmesi Türkiye’nin elinin güçlü olduğu yönünde yorumlanmalıdır.
Yazıya oturduğum dakikaya kadar Erdoğan-Trump görüşmesi konusunda iki liderin ortak açıklamasının dışında farklı bilgi yansımadı. Özellikle Twitter fenomeni olan Trump’ın konuyla ilgili de tweetine rastlanmaması, bu görüşmeden ABD’nin iç kamuoyunu hoşnut edecek bir karar çıkmadığı manası çıkar mı bilmiyorum?
Fakat ben burada farklı açıdan bakacağım. Görüşmenin yapıldığı 13 Kasım aynı zamanda Türkiye’nin havacılık tarihinin önemli ismi Nuri Demirağ’ın vefat yıl dönümü. Demirağ ailesi soyadından da anlaşılacağı gibi yeni Cumhuriyet'in Demiryolu ağının örülmesinde etkindir. Fakat havacılık alanında ünlenmişlerdir.
1936’da başlattığı devlet destekli girişimleri 1950’lere kadar devam eder. Kısa zamanda üretime geçer. Aslında 2. Dünya Savaşı öncesi Hava savunma sistemleri açısından önemli bir adımdır. Hava Kuvvetleri ve THK yaptığı anlaşmalara ne hikmetse takoz koyar. Sürekli bahaneler bulunur. Demirağ yılmaz. Her bahaneyi savuşturmasını bilir. Bunun için sonradan Atatürk Havaalanı olacak bölgeyi havacılık sektörü için satın alır. Fabrikayı oraya taşır. Hem uçuş eğitimi hem havacılık sektörü için teknik eleman yetiştirilmesi için yatırım yapar. Demirağ aynı zamanda Sivas’ta da bir havacılık okulu da açar. İstanbul’da ki tesisleri ABD Büyükelçiliği ve İstanbul Konsolosluğunun dikkatle takip ettiğini Nuri Demirağ ve ailesi ile kurulan ilişkilerden anlaşılmaktadır.
Nuri Demirağ’ın bitişi 1947’de Atatürk Havaalanı bölgesindeki fabrikasında yeni geliştirdiği yolcu uçaklarının üretimini incelemek için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ziyareti sonrası yaşıyor. İnönü yeni tesisleri incelemeye gelir. Ne hikmetse ertesi gün fabrika sahasının da bulunduğu bölgedeki Nuri Demirağ’a ait arazinin kamulaştırılması talimatını verir. Hem de kamulaştırma bedelinin ötesinde neredeyse borçlu düşecek şekilde.
Bir düşünün. Türkiye’nin 1925’te ürettiği ilk uçak teknolojisi devam etseydi, Vecihi Hürkuş’un 1930’da ürettiği sivil uçağı geliştirilseydi, 1936’dan 1947’ye kadar devam eden Nuri Demirağ’ın gayretleri sekteye uğramasaydı, Nuri Killigil’in bomba fabrikaları kundaklanmasaydı, 1947’de Marshall yardımlarından medet ummasaydık, 1961’de devrim arabasını yarım bırakmasaydık… Türkiye’nin Rusya ve ABD arasında tahterevalliye dönen konumu hangi düzeyde olurdu?
En azından Erdoğan’ın ABD ziyaretinde masada S-400’ler ve F-35’ler yerine daha farklı bir mecra daha farklı konular olmaz mıydı?
Türkiye her dönem çok kritik noktaları işgal eden teknolojik gelişimin önündeki karar vericilere dikkat etmelidir. Aksi halde tarih tekerrür etmeye devam edecektir.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…