Ne kadar ayak uydurmaya çabalasak, ne kadar etrafımızı teknolojinin alet edevatlarıyla doldursak da içimizden yükselen kekremsi bir itiraz var…

Beş on yılda katettiğimiz teknolojik mesafe azımsanamayacak kadar önemli ve büyük. Henüz akılsız cep telefonlarına adapte olamamışken akıllı olanlar ceplerimizi yağmalamaya başladı. Oysa ahizeli telefonla konuşmanın adab-ı muaşeret kuralları, yolu yordamı vardı.

Sonra bilgisayarlar, MSN, Facebook, Twetter, WhatsApp vs. gibi sanal sohbet ve ileti ortamları samimiyetimizi henüz bozmamış, içtenliğimizi karalamamış, dürüstlüğümüzü alıp götürmemişti!

Haberleşmek için mektup gibisi hâlâ bulunmuş değil! Binbir emek sarf edilip yazılmış, içine kurutulmuş güller katılmış, üstüne postaneye gidilip pullarla süslenip gönderilmiş o mektuplar ne kadar güzel, ne kadar içten, samimi ve dürüst idi!

Adreslerimiz gerçek ve ulaşılmazdı bir de…

Toplum olarak büyük bir imtihandan geçiyoruz. Bir teknoloji imtihanında sınavdayız! Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın dişleri arasında didik didik edilen bedenler, ruhlar ve şahsiyetler ne kadar sağlıklı ve huzurlu bir hayata devam edecekler bilemiyoruz. Şu var ki artık bu kadar gürültü patırtı arasında kaybettiklerimiz var ve ne yazık ki bunun farkında dahi değiliz!

Bütün teknik donanımlarına ve zenginliklerine rağmen günümüz insanı mutsuz! Ağır depresyon, saldırganlık, kavga, yalan, dolan, entrika, güvensizlik, ilgisizlik, sadakatsizlik, vefasızlık, edepsizlik, riyakârlık, aşınmışlık ve değerlerde erozyon had safhaya varmış durumda. İnsanlar yalnız ve kimsesiz!

Çok değil beş on sene evvel, evlerimizde kasetçalar ve radyolarımız vardı. Tabii bir de şanslı olanlarımızda eski plaklar! Şimdilerde cep telefonlarında, internette geçirdiğimiz zamanların bir bölümünü o vakitler musiki dinleyerek geçirirdik. Birçok ruh bilimcinin ısrarla söyledikleri gibi kaliteli musiki, ruhi dalgalanmaları sükûnete çevirdiği gibi kalbi ve insani duyguları da pekiştiriyor! Yetmez mi?

Güzel bir eserin ruhumuz erbabına damıttığı o duyguları dünyalık nesnelerin hangisi verebilir? Ruha güzel çağrışımlar ve lezzetler hatırlatan ezgileri artık dinlemediğimizi, müziğe vakit ayırmadığımızın bilmem ki farkında mıyız?

Musiki lisanını hayatımızdan kovan popüler kültür unsurları günün birinde elbette insanlara kabak tadı vermeye başlayacaktır. İnsanoğlu acaba ruhunu, aklını ve duygularını ne ile teskin edip, nasıl bir eşikten geçecektir? Rahmetli Sadi Hoşses’in bestelediği Şair Faik Ali Ozansoy’un şu güftesi günümüz insanı için acaba ne ifade eder dersiniz?


“Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey
Mehtaba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey


Bir bitmeyecek aşk u muhabbet ne güzel şey
Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey”

Bu teknolojik gürültü ve patırtı en çok sanat erbabını vurdu belki de… Ne yazılan güfteler, ne yapılan besteler ve ne de söylenen şarkılarda ruh var. Hâlâ paylaşım ağlarında eski şarkılar, eski şiirler ve eski filmler dönüyor. Dönerken hiç kimse sormuyor bunun devamı var mı ya da gelecek mi diye?

Neden hâlâ bir Yusuf Nalkesen, Alaeddin Yavaşça, Avni Anıl, Amir Ateş, Necdet Tokatlıoğlu ve Erol Sayan gibi bestekârlar yetişmiyor bilen var mı? Bunu düşünenimiz olduğunu da sanmıyorum zira kısır bir döngünün etrafında pervaneyiz… Öylesine gündelik telaşlarda, öylesine popüler kültürün sarmalındayız...

Hâsılı kelam diyorum ki:

Ninemizin tel dolabından bir file edinip, bir bakkal bulsak ve içine unuttuğumuz şeyleri doldursak! Bir de hurdacılardan bir kasetçalar alıp, eskilerden bir şarkı ile bir anlık internet denen "zıkkım"ı unutsak…

Belki daha iyi olacak! Kim bilir…