Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra hakim-savcı adaylığı için yapılan sınav, mülakat(!!) ve adaylık sürecinde verilen eğitim ne yazık ki hakim olabilmek için kafi değil.

Öncelikle hakimin yaptığı mesleğe, temsil ettiği yargı kurumuna, insana, çalışanına ve giydiği cübbeye saygı duyması gerek.

Hakim(veya savcı) eğer yaptığı işi inanmadan yapıyorsa…

Yani yapmış olmak için yapıyorsa…

Yani aldığı maaşın cazibesi ve mesleğin forsunun büyüsü altında “iş” olsun diye iş(!) yapıyorsa…

Siyasiler hiç boşuna nutuk atmasın; yargı, arzulanan veya ideal…..

Hadi ondan dahi vazgeçtik…

Eski “yargı” bile olmaz.

Olamaz.

Çünkü yargının bağımsız ve tarafsızlığına gelmeden, gelemeden çok daha büyük bir sorunu vardır camianın…

Eldeki kumaş!

Eldeki kumaş kaliteli olmadığı zaman ne dikiş tutturabilirsiniz, ne de sağlam ve güzel bir elbise dikebilirsiniz.

Ne üstünüze oturur, ne yakışır; eğreti durur.

Son 7-8 yılda yargıdaki “hakim-savcı” kalitesi inanılmaz derecede düşmüştür.

Kuşkusuz bunda stajını bitirir bitirmez elini kur’a torbasına daldırdığında il merkezlerine atanan ve sudan çıkmış balığa dönen, ne uygulamayı bilen ne de o kadar hukuk ve yargılama bilgisine sahip olan 23 yaşındaki çocuk(!) görünümlü genç hakim ve savcıların görev almasının da etkisi vardır amma velakin yine de biz bunu bilgisel yeterlilik veya yetersizlik anlamında söylemiyoruz.

Çünkü bilgi çalıştıkça ve deneyimlendikçe kendi kendini çoğaltır, geliştirir.

Hakim(veya savcı) da iyi bir hakim(veya savcı) olmak istiyorsa bilgi açığını zamanla kapar.

Tabi diyebilirsiniz o noktaya gelene kadar verdiği kararlar ne kadar sağlıklı olacak?

Ne yazık ki, bunu da uygulamadaki sorunları bir türlü görmeyen Adalet Bakanlığı ve HSK’ya sormak gerek.

Yine de..

Evet yine de…

Bizim baktığımız husus başka…

Eskiden yargı mensupları “mesleğine saygı duyar, kürsüye saygı duyar, cübbeye saygı duyar, avukata saygı duyar, vatandaşa saygı duyar” idi…

Nasıl oturup nasıl kalkacağını, kiminle hangi dil ile konuşacağını, kürsüde iken ne yapıp ne yapmayacağını bilir idi.

Şimdi böyle bir şey yok.

Bizim kastımız bu.

Kullanmayı sevmediğimiz kelimelerdendir “eskiden” ama tablonun ne kadar dibe vurduğunu göstermek için karşılaştırma yapmadan anlatmamız imkansız.

Eskiden duruşma icra ederken kürsüde çay içen hakim göremezdiniz hiç.

Şimdi suyu, çayı geçtik maşallah okkalı Türk kahvesi içen hakimlerimiz var.

O zaman misal, bizim de duruşmanın tarafı sıfatıyla (yargının üç kurucu unsurundan biri değil mi avukat) duruşma yapılırken sade bir kahve içmemizin sakıncası olmaması gerek di mi?!

Eskiden bırakın hakimin telefonu ile duruşma icra ederken mesajlaşmasını, konuşmasını, duruşmaya başladığında telefonunu odasında bırakırdı hakimlerimiz.

Eskiden mübaşirinin veya katibinin kafasına duruşma sırasında dosya atan hakim görmezdiniz.

Şimdilerde onları da gördük.

Eskiden hakim(veya savcı) giyim kuşamına dikkat ederdi, çünkü o görüntü, karşısındaki vatandaş için saygınlık göstermesinin ve karşısında devletin yargı gücünün olduğunu göstermesi açısından bile bir işaretti.

Şimdi öyle manzaralarla karşılaşıyoruz ki, kravat takmayı zul sayan erkek hakimlerimiz olduğu gibi, plajda bile giyilmeyecek tarzda salaş, yataktan kalktığı gibi duruşmaya çıkmış, üzerinde kocaman renkli harflerle “only love….” yazan penye tişört giyip kürsüye çıkan  bayan hakimlerimiz var.

“Her şeyin bir adabı var” sözü boşuna söylenmemiş.

İnanın, adliyelerdeki bu yeni tarz hakim savcı versiyonu, yaptıkları yargılamalarda kırdıkları hukuksal potları bir kenara koyun görüntü itibariyle bile vatandaşı şoka sokacak boyuta gelmiş halde.

Ama inanın; kürsüdeki koltuğa gömülü bayan 25 yaşındaki hakim, karşısındaki 80 yaşındaki dedeyi dakikalarca ayakta tutup oturtmadan ifadesini alıyor ve “ne diyon konuş” gibi bir hitapla sesleniyorsa…

Bir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, twitter üzerinden bilumum küfrü sıralayabiliyorsa…

Yargı için çoktan “the end” yazmış demektir.