Uygulayıcıları ve hukuk camiasındaki mübaşirleri dahi bıyık altından gülümseten, hatta adliyeye git gel yapmaktan bıkmış hale gelen vatandaşı bile tebessüme sürükleyen o yeni uygulama başladı 2019 itibariyle:

Yargılamada hedef süre.

Neyse ki, süre tutmazsa yaptırım yok hakimler hakkında.

Zira daha önce bir de performans hesabı yapılacak, hakim ve savcılar hedef süreye göre puanlanacak gibi söylemler dolaşıyordu; demek ki fiiliyatta hedefin şaşacağı kabullenilmişti ki bu performanslamadan vazgeçildi, yaptırım konmadı.

İyi de oldu.

Çünkü iyiniyetli de olsa yapılmak istenen bu çabalama, Türkiye’deki yargı gerçeğine maalesef uymaz, uydurulamaz, fiiliyatla örtüşmez.

Bazı gazeteler çok mübalağa ederek duyurdular bunu ama keşke asıl hassasiyet AİHM nazarında mahkumiyet kararı almamak veya uluslararası hukuk endekslerinde üst sıralara tırmanmak veya sokağa uzatın mikrofonu sorun; “yargıya ne kadar güveniyorsunuz” diye, çıkan sonuçlardaki oranları yükseltmek olsa ve olabilseydi..

Tabi kuşkusuz yargı dediğimiz zaman topu sadece hakim ve savcılara atmak da doğru ve haklı bir yaklaşım değil. Yargının diğer sacayağı avukatlar kısmında da pek çok sorun ve görevin yokuşa sürülmesi, fiziksel imkansızlıklar ve yokluklar; uzlaştırma-arabuluculuk gibi yeni başlayan sistemlerin rayına oturmaması ve bazı bilirkişilerin gereken hassasiyeti göstermeyerek hazırladıkları raporlarla verilen yanlış kararların topluma olumsuz yansıması var.

Ama yine de elinizi vicdanınıza koyup bir değerlendirin lütfen.

Hedef sürelere bakın:

Ceza davalarının tamamı için 10 ila 13 aylık süreler belirlenmiş. Boşanma davaları için 10 aylık, vesayet için üç aylık süre öngörülmüş.

Dava açılırken artık adliyelerde dava açılış formunda dava için öngörülen süre yazılıyor.

Basit bir kıymet takdirine itiraz davası için formda 180 gün yazıyor.

Üç  bin liralık yine basit bir alacak davasında süre 450 gün!

Üç bin lirayı almak için 450 gün dosya açık kalsın; bir de rakamsal sınırlara göre bunların üst mahkeme ve  yani kanun yolları var elbet.

Bakanlık diyor ki; “taraflardan kaynaklanan gecikmeler nedeniyle kaybedilen süre hedeften sayılmayacak”

E bu da işin mazereti o zaman…

Bakanlığa göre hedef tutmadı mı, mazeret klasikleşecek: Bizden kaynaklanmadı, davanın uzun sürmesinin müsebbibi taraflar.

Peki mümkün müdür yargıda hedef süre?..

Bugün dava açınca ilçe adliyesinde dahi ilk duruşma günü altı ay sonrasına geliyor.

Bir duruşmaya giriyorsunuz, asgari erteleme süresi üç ay…

O da orta ölçekli yoğunluk yaşayan adliyelerde.

Devasa adliye saraylarını(!) irdelemiyoruz bile.

Hele hele nasıl tutsun ki hedef Türkiye’de…

Koca bir adli tatil var…

Her yılın sonunda dosya devirleri nedeniyle duraklama dönemi var…

Rutin iki üç periyotta yaşanan atama ve tayin dönemleri var..

Bakanlık kaynaklı yeni yapılan atamalarda onlarca gün süren yetkilendirmenin gecikmesi halleri var…

Var da var…

Keza, hakim ve savcılar da insan ve onların hasta olacağı, normal izin kullanacağı günler de olabildiğine göre…

Denk geldi mi size; ertelendi mi duruşma bir üç ay daha!

Hedef süre başlarken camiayı tebessüme boğmuştu.

Şimdi dava açıldıkça, açılış formlarına bakıyoruz daha bir gülme geliyor…

Türkiye’de hedef tutmaz.

Kaldı ki artık kan kaybeden yargıdaki asıl ihtiyaç bilgili ve tecrübeli hakimleredir.

Yargının hedefi olabildiğince hızlı olsun mu, olsun elbet, kim istemez?

Ama adil ve doğru olmayan karar hızlı olsa ne olur, hızlı olmasa ne?..

Türkiye’nin adil yargıya ihtiyacı var.

Bunun için de tarafsız, bağımsız, yürütmeye bağlı olmayan yargıya ihtiyacı var.

Bunun başarılabilmesi/sağlanabilmesi halinde “yargıya güven” endeksi fırlamaz mı?