Öyle değil işte!

Kaz Dağları bu kez, daha bir gündeme oturdu ama, köylülerin ve onlara destek veren çevrecilerle sivil toplum kuruluşlarının ne ilk protestoları, ne de Kaz Dağları’ndaki ilk maden arama çabası bu!

Hep varlar…

Hep madenciler var, hep onlara karşı da köylüler ve sesleri bazen gür bazen ise kısık çıksa da çevreci gönüllüler ve sivil toplum kuruluşları var.

1990’lardan beri hep oradalar…

Sadece ara sıra seslerini kısıyorlar, protestolar arttıkça geri adım atıyorlar(mış gibi yapıyorlar), ama kovalasanız da sinek gibi başka yere konuyorlar, mantar gibi bir oradan bir buradan bitiyorlar.

Kaz Dağları her ne kadar Edremit Körfezi boyunca Balıkesir il sınırları içinden başlayıp Çanakkale il sınırları içine kadar uzanıyor ama Körfez’in karşı tarafı da Burhaniye, Pelitköy, Gömeç de aynı dertten muzdarip değil mi?

Kaz Dağları’ndaki son maden faciasının sebebi 195 bin ağaç kesildiği iddiası ile gündeme gelmesi olsa da rakamları geçin, dilerseniz 10 bin ağaç olsun; kamuoyuna yansıyan ve insanın içini parçalayan o çıplak kalmış orman görüntüleri…

Ve insanı isyan ettiren de gerek bakanlığın gerekse ilgili Kanadalı firmanın insanın aklını durduran sözde savunmaları.

Ağaç kesmenin nesi savunulur?

Altın olsa da!

Oradaki doğal yaşam, siyanürün etkisi, çevreye onlarca ve belki yüzlerce yıl sürecek olumsuzluğu…

Dağların ormanlarını yok ettiniz mi ne kalır ki elinizde?

Madencilerin bu kadar tepki çekmesinin nedeni ise dağların taaa içlerinde, ormanın tam orman olduğu, insanla, dış dünyayla etkileşimi olmayan bölgelere konuşlanmaları…

Kaz Dağı, aynı zamanda Milli Park.

Diyecekler ki “Her tarafı mı Milli Park, bir bölgesi Milli Park!”

Savunma yapmak için tahribata uğrayan ormanın Milli Park ilan edilmesinin veya ilan edilmemesinin, Kaz Dağı olsun veya X isimli bir başka dağ olsun, önemi varmış gibi bunu da söyleyecekler.

Ayrıca hepimizin gözünün önünde olan başka bir acı manzara daha var:

Kaz Dağları ve Türkiye’deki nice cennet nokta zaten onlarca yıldır amansız ve berbat bir imar çirkinleşmesi yaşamıyor mu?..

Sayısız cenneti betona teslim etmedik mi?..

Bunların başında da yine Kaz Dağları’nın sahil şeridi gelmiyor mu?..

Onlarca yılın belediyelerinin açgözlülüğü ile kıyı yağması durdu mu, durdurulabiliyor mu?..

Lakin işte bu çelişkili gerçeklere rağmen madencilere isyanın sebebi şu:

Ormanların ta damarlarına giriyorlar.

Merkez noktası gibi, insan vücudunun kalbi gibi ta ortadan giriyorlar…

Devasa bir alan kıraç haline gelirken, maden sahasına ulaşmak için açılan yollardan tutun yeni yapılaşmalara kadar her tarafa, her noktaya ellemiş oluyorlar.

El değmemişi bozuyorlar. 

Bir de size de garip gelmiyor mu?

Bu madenciler her nasılsa hep yabancı altın şirketleri!

Elin Kanadalısı, Amerikalısı, kıtalar ötesinden Ege’nin Kaz’ına geliyor öyle mi?..

Kanada’da altın yok çünkü!

Yurtdışında çıkanların hayret ettikleri en önemli farklılık el değmemiş ormanlar, ormanların sıkılığı, yoğunluğudur.

Yollar, ormanlar kesilmesin diye nasıl yapılmış bir oralara bakın; bir bizim buralara…

Şehirler parklarla yeşillendirilmemiş sanki de, yeşil doğa örtüsünün içine şehirler saklanmış, yeşile gömülmüş, gizlenmiş…

Eloğlu ormanına gözü gibi bakar.

Ama yabancı ülkeye geldiler mi altın diye  katliamın alasını yaparlar.

Zurnanın zırt dediği yer ise bambaşka.

Adamlar ormanlarımızı talan edip eskiye döndürülemez bir halde işleri bitince çekip gidiyorlar.

Deveyi havutuyla yutup Türkiye’ye cüz’i bir pay bırakıyorlar.

Bunu anlayabilen var mı?

2004 yılında çıkan Maden Yasası ile yabancı sermayenin önü bir açıldı ki sormayın gitsin!

Yabancı şirketlerin devlete bıraktığı pay Maden Yasası sayesinde devede kulak bile değil.

Alemin sersemi biz miyiz?..

Bir devlet hem ormanlarını böylesine talan ettirir ve hem de nasıl kendisine bu kadar cüz’i bir pay bırakılmasını kabul edebilir?

Bu nasıl bir düzenleme?

Nasıl bir kaz ayağı?