İş Bankası hisselerine yönelik bir soru soruyor gazeteci.

Gazetecinin görevi ne?..

Soru sormak.

Soru sormayan gazeteciden korkmalı insan, sorandan değil.

Milletvekili cevap veriyor:

“İş Bankası’nda hissen mi var lan?"

Milletvekilinin “boş” konuşanından korkmalı insan, vekil olmak maharet değil!

“Lan, ulan…”

Ne çok duyuyoruz siyasilerden bu tür kelimeleri.

Kızıyor, öfkeleniyor, kabaca-hoyratça öfke ve nefretini döküyor ortaya…

“Lan” kelimesi basit gibi gelse de bakınız Türk Dil Kurumu’na: “öfke ve nefret anlatan seslenme sözü” olarak tanımlanmış orada da.

Kelime belki sadece sokakta oyun oynarken birbiriyle kızışan küçük çocukların dilinde masum: “Len deme len babam kızıyor len..”

Tekerleme gibi belki.. Ama sadece orada kalması kaydıyla.

Peki ötesi?

Ayıp, kaba, çirkin…

Gazeteci soru soruyor. Sorması gerekeni soruyor. Velev ki sormaması(!) gerekeni(!) de sormuş olsun.

Milletvekilisin sen.

Temsil ediyorsun seçmenini, vatandaşı.

“Lan” deme hakkın var mı?..

Bırakın gazeteciye, herhangi bir şekilde “lan” kelimesini ağzına almaya hakkın var mı artık?

Yok.

Milletvekilisin sen.

Farkında mısın, sıfatının ne yüce ve yüksek bir anlam taşıdığının?

Değilsin.

Olmadığı için “lan” diyebiliyorsun sokak ağzıyla.

Birden kızıyorsun, kükrüyorsun, öfke ve nefret denizine düşüyor, dalgalanıyorsun.

Siyasi büyüklerinden örnek almış olacaksın ki soruyu çarptırıyor, soruyu polemiğe vuruyor, soruya soruyla cevap verip, ilgisiz yöne çekerek güya konuyu başka tarafa çekiyorsun…

“İş Bankası’nda hissen mi var lan?”

Vardır, yoktur. Olabilir. Olamaz mı?.. Yasak mı?.. İllegal mi?..

Olsun veya olmasın “lan” demek neden?.. Sorunun bununla ilgisi ne?..

Gazetecinin bilahare vekile “lan demenizi yadırgadım” demesi, vekilin bundan sonra “özür dilemesi” ama sonra tekrar “İş Bankası’nda hissen mi var” demesine ne demeli?..

İş Bankası, Bank Asya mı?..

Sorunun bütününün ne kadar kötü bir tarz ifade ettiğinin farkında mı vekil?

Farkında değil.

Ağzından çıkanın farkında değil.

Vekil olunca “hakaret” etme ve polemik yaratma hakkına sahip olduğunu düşünüyor.

Liyakat diyoruz ya hep.

Liyakat unvan veya makamla olabilecek bir şey değil.

Bir milletvekilinin önce,  gerçekten bulunduğu çatının ne ifade ettiğini idrak etmesi gerek.

Sonra kendisini partisinin neferi gibi değil, milletin neferi gibi görmesi gerek.

Bunlar olmayınca her alanda olduğu gibi siyasette de ileriye gidemiyoruz.

Siyaset “lan” ile “ulan” arasında kilitleniyor.

Sıkışıyor.

Ama boğulan hepimiz oluyoruz.

Çünkü vekilimiz farkında bile değil ki aslında hepimiz İş Bankası’nın hissedarıyız, çünkü İş Bankası, Mustafa Kemal Atatürk’ten yadigar.