Son zamanlarda sık yazmadığıma dair okuyucu şikâyetlerini içeren iletiler alıyorum. Aslında velut bir kalemim olduğunu biliyorum ancak gündemin tuhaf tartışmalarla dolması, tartışma adabının aşağılara çekilmesi, küfürlü ve hakaretamiz söylemlerin havada uçuşuyor olmasından mütevellit sanırım ben olumsuz etkileniyorum ve yazamıyorum. Çünkü son zamanlarda medyada daha çok kıran, döken, ayrıştıran, sürekli birilerini inciten bir yazı dili hâkim ve bu da benim üslubuma ters!

İşte en son bir televizyon kanalında Atatürk hakkında yapılan tezvirat yüklü çirkin yayın, bunun son örneği idi. O videoyu sonradan izledim ve gerçekten de kahrettim. Bu mahallede neredeyse hepimizin tarih bilinci üzerinde hatırı sayılır emeği olan bir isim de oradaydı ve beni en çok üzen unsurlardan birisi de bu oldu!

Belki onun ağzından olumsuz bir cümle çıkmadı ama yapması gereken –programı terk etmek- gibi bir çıkışı o an yapmadığı için kendilerini çok saydığım, sevdiğim halde, fena halde kızgınım, hayal kırıklığı içindeyim.

Bu gidişat var ya bu gidişat, bizi felakete götürür.

Sosyo -kültürel anlamda bizi bir arada tutan, elle tutulur ne kadar değerimiz varsa sürekli olarak tazyik altında! Birileri durmadan bunu kaşıyor ve bu toplumu birbirine nasıl kırdırırız kabilinden yaklaşımlar içinde. İnsanların hassas yönleri, zaafları, tercihleri kasıtlı olarak taciz ediliyor. Dolaylı olarak yakın ve uzak vadede hükümete de zarar veriliyor!

M. Kemal Atatürk, Türk toplumunun en az yüzde yetmiş beşi tarafından seviliyor ve Türkiye Cumhuriyetinin banisi ve kurtarıcısı olarak görülüyor. Osmanlının son paşası olması yanında, büyük bir asker ve kumandan olarak da seviliyor.

Hal böyleyken hiç yoktan ebediyete göçmüş bir devlet adamının mahrem hayatı didikleniyor! Böylesine bir tecessüs asla ve kata bir mümin tavrı olamaz!

Biz hangi ara böylesine fitne fücur olduk?

İnsanların özelini, mahremini araştırmak ve yaymak kesinlikle inancımıza terstir ve İslam ahlakıyla bir araya gelemez! Müslüman ahlaklı olur ve ahlaklı olmak zorundadır… Bugüne kadar öğrendiklerimiz ve hazırda gördüklerimiz arasında gerçekten de bocalıyoruz artık millet olarak!

Yahu gazeteci dediğin, münevver dediğin, yazar çizer dediğin olgun tavırlarıyla, ahlakıyla, duruşuyla, engin bilgi ve görgüsüyle, hikmet yüklü müktesebatıyla sıradan halk kitlelerinden ayrılır. Çünkü toplumu gerçek münevverler şekillendirir, yönlendirir, bilinçlendirir…

Toplum tefekkür etmez! Böyle bir derdi ve ihtiyacı olmaz kalabalıkların.

Münevver dediğin tefekkür ve tezekkür münasebetini dengede tutan kişidir. Siyasilere yön gösterir, onlara ilham verir, yeri geldiğinde yapıcı eleştirilerini de yapar lakin asla toplumu galeyana getirecek, bölecek, kin ve düşmanlığa sevk edecek eylem ve söylemlerde bulunmaz, bulunamaz…

Bir toplumun siyaset, gelecek,  kültür ve medeniyet telakkilerinin mimarı da yine gerçek entelektüellerdir.

Gerçek münevver sürekli gündemde olanı değil, gündem dışı konuşmayı, topluma yeni gündemler yaratmayı bilen kişidir. Gerçek Münevver, adaletlidir, merhametlidir, vicdanlıdır, hikmet doludur, âriftir, zarîftir!

Hep hayal ediyorum…

Acaba günün birinde ülke insanı olarak sadece, müzik, sanat, spor, güzellik ve iyilik gibi değerlerimizi konuşacağımız, baharı es geçmeden, gül kokusunu ötelemeden, Nisan yağmurlarına yüz çevirmeden, dost selamına bigâne kalmadan…  İnsan olduğumuzu, bir kalbimiz ve duygularımız olduğunu unutmadan, her şeyden önce birer ölümlü olduğumuzu aklımızdan hiç çıkarmadan, kimseyi kırmadan, kimseyi incitmeden, kimseyi dışlamadan, akşama merhaba diyebilecek miyiz? Veya yeni bestelenmiş taptaze bir şarkının sözlerine asılacak mıyız eskisi gibi?

Koca Yunus’un dediği gibi: “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz!”

Vallahi de…