Hafta içinde uzun süredir görmediğim bir arkadaşım beni aradı.

İstanbul’dan İzmir’e geçeceğini, geçerken Susurluk’ta mola verip o arada benimle görüşmek istediğini söyledi.

Tamam dedim, kararlaştırdığımız saatte Yasa tesisinde buluştuk.

Sohbet esnasında bir ara, Susurluk’tan defalarca geçmesine rağmen şehir içine hiç girmediğini söyledi.

Öyleyse gel” dedim, “Sana Susurluk’u gezdireyim.”

Arabaya bindik, yolumuz üzerinde gördüklerimi anlatıyorum.

-Soldaki Belediye Binası…

-Şu gördüğün Hükümet Konağı…

-Bak burası hastanemiz…

-Sağdaki benim ilkokulum, Beş Eylül…

-Biraz ötede gördüğün o boş binalar var ya, Askeriyeye ait…

İşte o an şunu fark ettim: Neden ben sadece binaları anlatıp duruyordum ki…

Sonra düşündüm.

Beni bu şehre bağlayan şu soğuk duvarlar mıydı?

Susurluk’a olan sevgimi betonlarla mı ifade edecektim?

Başka yerde yaşayamam dediğim Susurluk, benim için sadece binalardan mı ibaretti?

Peki, yaşanmışlıklar neredeydi?

Anılar neredeydi?

Bu şehrin sesi, bu şehrin kokusu, bu şehrin tadı neredeydi?

Ya ruhu neredeydi?

Dahası…

Bu şehrin “insanları” neredeydi?

İşte anlatımımda eksik olan insanlardı…

Bir fazla öğrenci okutmak için son nefesine kadar çabalayan Zeki Öner’in yazılarıydı eksik olan…

Ayakkabıcı Hüseyin’in, yüzünden eksik etmediği tebessümüyle “piyasa” denen dev çarka elinin emeğiyle direnmesiydi eksik olan…

Unutulmaz eserlere imza atmış bestekâr Selahattin Altınbaş’ın şarkılarıydı eksik olan…

Çınar altında yaz-kış demeden bekleyen, her sabah daha beni karşıdan görürken simidimi hazır eden, Simitçi Emir’in simitleriydi eksik olan…

1952’den beri varlığını sürdüren Aşçı Hilmi’nin yemeklerinin lezzetiydi eksik olan…

Şeker Fabrikamızın genizlere işleyen pancar küspesinin kokusuydu eksik olan…

Yaşamak için çalışmak zorunda kalan, mücadele etmek için gerekli olanın bedenimiz değil, “yüreğimiz” olduğunu hepimize gösteren engelli kardeşlerimizin hayata bakışıydı eksik olan…

Düğünlerimizin, eğlencelerimizin, kurtuluş şenliklerimizin olmazsa olmazlarından müzisyenlerimizin klarnet sesleriydi eksik olan…

Eksik olan ailemdi, arkadaşlarımdı, dostlarımdı…

Kısacası…

Benim için Susurluk, inşaatlar(!) değildi.

Benim için Susurluk, “insanlardı…”

Kavafis’in şu mısralarıyla bitireyim yazımı…

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,

Aynı mahallede kocayacaksın;

Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma...