Andımız tartışmaları bitmiyor.

Dünyanın hiçbir ülkesinde “andımız” gibi bağlılık gösteren “metinler” tartışılmaz.

Biz ise tartışıyoruz.

“Türküm” demenin ırkçılık olmadığı açık olduğunu bile bile…

Bizzat Türk tanımını Atatürk’ün yaptığını ve bu bağlamda “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” şeklinde kabul edildiğini bile bile…

Polemik yaratmakta üstüne olmayan bir milletiz.

Tartışmaya devam ediyoruz.

Oysa Danıştay karar vermiş mi vermiş.

İdarenin görevi nedir; yargının kararını uygulamak.

Yargının bir kararını tartışır, bir kararını alkışlarsanız, o zaman yargıya asla güven sağlayamazsınız.

O zaman herkes yargıyı tartışır.

Ve ortaya bugünkü manzara çıkar.

Dün usta kalem Saygı Öztürk’ün köşesinden öğreniyoruz ki, bugün Danıştay Kararını eleştirenler 2009 yılında Danıştay’a Mazlum-Der’in açtığı andımız ile ilgili davada Milli Eğitim Bakanlığı olarak aynı bugün bizim dediklerimizi söyler şekilde savunma yapmışlar.

O zaman da Milli Eğitim Bakanlığı iktidar partisinin.

Bugün de.

O zaman Nimet Çubukçu’nun başında olduğu bakanlık demiş ki:

“Öğrenci andında yer alan ifadeler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılık taşımamaktadır. Öğrenci andındaki Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk, açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim ifadeleri Anayasanın 2.maddesiyle doğrudan bağlantılı ve ilişkilidir.”

Akıllara zarar hallerdir bunlar…

Dokuz yıl önce aynı partinin bakanlığı böyle savunma yapıyor.

Aynı bizim, sizin dediklerinizi diyor.

Bugün bakıyorsunuz aynı bakanlığa; “karar kesinleşsin” gibi yuvarlamalar, ötelemeli, muğlak ifadelerle “yargı ne derse desin” tavrında…

Bununla beraber aynı “karşıtlar” tarafından; Danıştay’a “yerindelik denetimi” yaptı diye eleştiriler de gırla gidiyor gitmesine de idari yargının görevi idareyi, tüm idari işlem ve eylemlerinden dolayı hukuka uygunluk bakımından denetlemek değil mi?..

Peki 2009’da yapılan savunma böyleyken, bugün yapılan tam zıt görüş ile yargıya göz dağı verme arasındaki çelişki neden ve asıl izah edilmesi gereken, tartışılması gereken bu iken, bu noktayı gözden kaçırıyoruz ya şimdi. Neden 2009’da böyle savunma yapılmış da 2018’de böyle zıt tavır var?

Ayrıca bugün Danıştay’ın geç karar verdiği, bunun altında da kasıt olduğu imaları da var.

Oysa Türkiye’de hangi dava, en basit bir iş davası bile iki yıldan önce bitmezken…

Yargıtay’ın yükü hafiflesin diye kurulan İstinaf(Bölge Adliye) Mahkemelerinden dosyalar da artık neredeyse iki yıldan önce gelmez haldeyken…

İdari yargıdaki ilk derece dava iki yıldan önce bitmez, BİM ve Danıştay safahatlarını eklediğinizde idari yargıda bir kararın çıkması zaten olağanlaşmış şekilde 4-5 yılı bulurken…

Anayasa Mahkemesi, ağır hak ihlalleri ve tutukluluk hallerinde bile hep geç kalıp özgürlüklerin ihlali noktasında çokça eleştiri alırken…

Danıştay bize göre normal dosya inceleme sırasına göre vermiş kararını; arzu edilen elbette çok daha hızlı ve önce karar vermesi ama bizim sistemimizde maalesef mümkün değil ve bu nedenle kararın şimdi çıkmış olması da hiç yadırganacak bir durum değil.

Dolayısıyla insan şaşıyor, şaşmaya devam ediyor; aklı-mantığı-vicdanı kabul etmiyor.

Nesi battı ki Andımızın?..

İstiklal Marşı…

Anayasada yer alan milletvekili yemini…

Cumhurbaşkanlığı yemini..

Hepsinin paydası aynı değil mi?..

“Her gün Türküm, çalışkanım demekle Türk olunmaz, çalışkan ve doğru olunmaz” diye garip bir söylem dile getirirseniz karşınızdaki de garipleşir ve “Müslümanım” demekle Müslüman olunmaz, faiz yenmez, haksız kazanç elde edilmez, adam kayırılmaz, kul hakkı yenmez” der.

Aklı ve doğruyu unuttuğunuz zaman Türkiye kaybeder.

Polemik yaratmanın hiç gereği yokken ve Danıştay’a “saygı duyup Andımıza dönmek” varken…

Bu hallerdeyiz ya…

Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir tuhaflık göremezsiniz.

Yazık!

Çok mu çok yazık!