Asıl adı Emani Arrahman…

Henüz yirmili yaşlarını süren oldukça genç bir anne ve eş idi.

Hayatının baharında nice ağır kışlara şahitlik etmişti ve her şeye rağmen hayata tutunmak için, insanca yaşamak, huzurlu günlere uyanmak için, dost eli bildiği ülkeye, Türkiye’ye sığınmıştı.

On aylık bebeği Halaf Al Rahman, karnındaki doğmaya çok az kalan isimsiz bebeği ve kocası Halid Al Rahman ile güneşli baharlar, huzur ve saadet dolu yarınların ümidiyle Sakarya’ya gelip durmuşlardı.

Başkaları gibi daha da batıya gitmek varken ne durdurmuştu acep onları bilemeyiz… Neden tamam demişlerdi hiç bir fikrîmiz yok. Suriye ateşinden sonra bu münbit ve çekici topraklar mıydı onları alıkoyan bilmiyoruz!

Kalmışlardı işte, durmuşlardı…

Nerden bilirlerdi ki böylesine iğrenç, böylesine adi ve böylesine aşağılık insan müsveddeleriyle tanış ve biliş olacaklarını… Kimin aklına gelir ki birlikte mesai yapılan arkadaşının ailesine böylesine bir yaklaşım içinde olabilecek hayvanların var olduğunu, olabileceğini…

Bir kadın olarak günlerdir çok mutsuzum!

Aklıma geldikçe ağladım, ürperdim, içim kan ağladı…

Emani için artık ne söylesek boş, ne desek anlamsız ancak sormamız gereken sorularımız var bizim. Ne taraftan baksak elimizde kalan bu mevzuu bütün boyutlarıyla irdelenmelidir.

Şehirlerimizde kendilerince bir hayat kurmaya çalışan Suriyeli mültecilere sosyolojik, psikolojik, ekonomik anlamda yardım eli uzatılmalıdır. Bu ailenin üzerindeki baskıyı gazetelerden okuduk, gördük. Koca, Halid Al Rahman karısını taciz ve takip eden o aşağılık sapıkları zamanında ilgili birimlere bildirseydi bu acı yaşanır mıydı acaba?

Bu ülkeye kabul ettiğimiz, misafirimiz dediğimiz bu garibanlara, Yüce Rabbimin bu emanetlerine belli ki yeterince, detaylı yardımda bulunmamışız veya eksiklerimiz var.

Bunun yanında ülke olarak böylesine sapkınlık içinde olan insanlar ne ara ortaya çıktılar ve toplum bunları kendi içinde nasıl oluyor da görmüyor, fark etmiyor?

Bizim toplumsal dokumuzda içten içe, inceden inceye bir yozlaşma olduğunun, elmaya giren kurt misali içten içe bizi çürüttüğünün ne vakit farkına varıp önlem alacağız ey insanlar?

Çürüyoruz!

Toplum olarak çürüdüğümüzün bile farkında değiliz!

Haber bültenlerini geçtik, kafamızı kaldırıp sadece etrafımıza baksak nelerin hızla değiştiğini, renk attığını göreceğiz. Her şey soluyor ve bizler böyle olaylar patlak verdiğinde görebiliyoruz ancak.

İnsanoğlu,  ruhunu olumlu yönlere kanalize etme noktasında tıkanmış durumda. Sosyal medya tam bir rezalet! Herkes ego sevdasında, benliğini tatmin için uğraşıyor... Sosyal medyaya bakarsak herkes mütefekkir, herkes allâme-i cihan! Kes yapıştır herkes seni âlim sansın psikolojisi her yerde… Bir kibir, bir enaniyet ve bir umarsızlık hali ki tam bir cinneti hatırlatıyor…

Televizyon kanalları artık müzik dahi yayınlamaz oldular. Tefekkür ettirecek güzel aile sohbetleri, örnek hayatlar, önemli ve değerli insanların çalışmaları, başarıları ekranlara gelmiyor! İyilik, güzellik, dürüstlük, vefa, güzel ahlak, yardımseverlik, diğerkâmlık, hoşgörülü olma,  doğa, sanat, musiki, hoş sohbetler vs… Neden en çok gündemimiz bunlar değil? Hıh!

Ruh hastalarını musikiyle tedavi eden Osmanlı, hoşgörüde zirve olan Osmanlı, hoş sohbette ve muhabbette kuleler inşa eden Osmanlı işte bu yüzden büyüktü!

Sakarya’daki o sapıkların çürümüşlüğü üzerine kitaplar dolusu yazı yazılabilir. Ancak çürümüşlüğü bu boyuta varmış bu hayvanların insani boyutu kalmamıştır. Bu kabilden suçlar için idam cezasının getirilmesini acilen isteyen o kalabalık topluluk içinde ben de varım.

Emani ve çocukları için bu dünya bitti artık.

Ancak kocası Halid Al Rahman için her gün yeni baştan ölmek var bundan böyle! Emani’nin nezdinde bütün kadınlar için, Al Rahman için bu canilere idam cezasının verilmesini hararetle bekliyoruz…

Yoksa acımız dinmeyecek!