Turgut Uyar bir şiirinde, “Her şeyden biraz kalır…” der…

Ve devam eder; “Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı…”

Bazen geride kalan bu acılara sıkı sıkı bağlanmamız gerekir.

Hele yaşanan evlat acısıysa bu çok daha önem kazanır.

Çocuğumuzun eski fotoğraflarını gözden geçirirken…

Yatağının üzerine sinmiş kokusunu içimize çekerken…

Giydiği bir kıyafetine…

Kullandığı bir eşyasına…

Ya da kulağımızda yankılanan sesini duyarken, böyle zamanlarda acıyı hatırlamak, acılara katlanmak gerekir.

Çünkü bu acı size çocuğunuzun bir mirasıdır.

Bu acı, hala burada olduğunun, yanınızda, içinizde olduğunun bir kanıtıdır.

Yine Turgut Uyar’ın, “Toprak, sevdiklerimizi aldığı için mi böyle güzel kokar?” dediği gibi…

Çocuğunuzu toprağa verdiğinizde o artık toprağın kokusundadır.

İşte bu yüzden bazen acılardan kaçmak yerine, acılarımızı sevmek gerekir.

Değerli ağabeyim, önceki dönem belediye başkanımız İsmail Güneş, elim bir kaza sonucu vefat eden sevgili oğlu güzel kardeşim Doğan Güneş’i toprağa vermesinin ardından şöyle yazdı facebook’ta;

Ne yapalım canım oğulcuğum emir büyük yerden.

El-hükm-ü lillah...

Rabbim rahmeti ile muamele eylesin.

Mekânın cennet olsun.

Yakın zamanda yine hep birlikte ahiret aleminde sevdiklerimizle sevdiklerinle birlikte sonsuz bir alemde buluşana kadar senin özleminle sevginle, sevgimizle seninle birlikteyiz.

Sen bize emanettin, rabbim emanetini aldı.

Bekle oğulcuğum yakın zamanda buluşana kadar...”

Bir babanın, bir annenin çocuğunu kaybettiğinde yaşadığı acıyı benim kelimelerle ifade edebilmem imkânsız.

Ama şu satırları okuduğunuzda o acı taa yüreğinize değiyor…

Her bir kelimeye sinen;

Metaneti…

Kabullenişi…

Sabrı…

Hissedebiliyorsunuz…

Behçet Necatigil bir şiirinde şöyle der;

Açılır parantez

Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti

Kapanır, parantez.

Parantezin içindeki çizgi

Ne varsa orda

Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci...”

Şu fani dünyada her birimiz acılarımızla yaşayabilmeli, acılarımızı kabullenebilmeli ve acılarımızı sevebilmeliyiz...