Eskiler "el-veled sırrı ebih (oğul babanın sırrıdır, babadan nişan verir)" derlermiş.
Büyük usta Muharrem Ertaş'tan sonra daha büyük usta Neşet Ertaş sanki bu sözü doğrulayan müşahhas bir numune; babasından öte bir tekamül çizgisi gibi. 1950'lerden bu yana Türk insanının yüreğine dokunan terennümlerin virtüözüydü o, sessizce çekilip gitti. Sahnelerin kapış kapış türkücü kaynadığı yıllarda da, türkülerin yasaklı muamelesi gördüğü yıllarda da Türkiye'den uzakta, Almanya'da yaşamış olması, zannederim ona hem bir sanatçı kimliği, hem bir gönül adamı şahsiyeti kazandırmıştı. Malum, 2000 yılına kadar biz onu bir sahnede izleyemedik, uzaktan sesini dinlemekle yetindik.
Divan şiiriyle ilgilenenler bilirler, sevgili, eğer âşıkları arasında görünecek olursa, âşıklar rekabet hissiyle birbirlerine girer, kıyamet olur. Bu esnada sevgili, âşıklarını görmezden gelir, onları yok farz eder; dönüp yüzlerine bakmayarak her birini aşk sınavından geçirir ve hangisi kendi uğrunda ne tür fedakârlığa katlanabilecek, kendinden geçecek, uğruna canını feda edecek diye bekler. Âşıklar arasında onu gördüğü için dayanamayıp bayılanlar, gözleri kamaşıp (çünkü güneş göz kamaştırır) yol şaşıranlar, ne yaptığını bilemez hale gelip naralananlar ve nihayet vuslat sevinci duyup can telef edenler... Halk şairleri arasında bu mazmunu kullanan fazla kişiye rastlamadım ben. Ta ki bir gün, Neşet Ertaş'ın Acem Kızı türküsünü dinleyesiye kadar. Usta, benim yıllar yılı bilim diye uzun uzun anlattığım şeyleri bir türkünün iki dizesine biriktirmiş, bir formül gibi, hem de anlaşılır dil ile söyleyivermişti: "Uğrun uğrun kaş altından bakınca / Can telef ediyor, gül acem kızı".
Bu mısraları duyunca türkünün bir hikâyesi olmalı dedim içimden. Araştırıp Almanya'da yaşanmış bir olaya dayandığını öğrendiğim zaman da şaşırdım. Çünkü ben eskilere uzanan bir hikâye bekliyordum. Birkaç yıl sonra Bayram Bilge Tokel, Neşet Ertaş Kitabı'nda ustanın kendi ağzından özetle hikâyeyi şöyle yazdı:
"Acem Kızı, bizim Selli Yusuf'tan duyulan dörtlüklerdir. İki dörtlüğünü ben kendime göre havalandırdım önce. Böylece 45'lik plağa okudum. Benim biliyorsunuz Fransa'da, Belçika'da kız kardeşlerim var. Almanya'da biraderim var. Arada bunları görmeye gelirdim. Biraz da içtiğimiz sıralar, bir meyhaneye gittik. Bir ara baktım ki, kapıdan şah gibi bir kız girdi içeriye. Bütün millet de ona baktı. O havayla barmene oturdu. Tabii yanına gelenler oldu, kendine bir içki söyledi, sağına soluna gelenler oldu, ama kimsenin yüzüne bakmadı, keyfine baktı. Böyle bir havanın bizi etkilememesi mümkün değil. Ben Acem Kızı'nı çalarken iki dörtlüğe arada bir dörtlük de ben takmış oldum. Ne Acem Kızı'nın benden haberi var, ne benim ondan. (Akçağ Yayınları, Ankara 1999, s. 184-185)."
Bu satırları okuyunca, Divan şiirinin sevgilisi yaşıyor olsaydı işte o kız olurdu, Neşet Ertaş orada bir âşık, rakipler de kızı gıpta ile izleyen diğerleri olurdu herhalde dedim içimden. Üstelik Neşet Ertaş, türkünün ikinci dörtlüğüne "Seni saran oğlan neylesin malı / Yumdukça gözünden döker mercanı" diyerek yine bir Divan şiiri mazmunuyla başlıyordu. Âşıkın, sevgili merkezli yaşadığı bir hayatta paranın pulun önemi kalmadığı gibi hasret ve hicran yüzünden de gözyaşının hesabı yoktur. Ama bu gözyaşlarının her biri ya bir inci tanesi olup düşer veya ağlamaktan kanlanmış gözlerden mercan mercan dökülür. Âşıkın sermayesi, işte bu inci ve mercanlardır, yoksa cüzdanındaki banknotlar değil. Çünkü hakikatli bir güzele âşık olduktan sonra para pul kaygısı aradan çıkar.
Türküyü araştırdım. Neşet Ertaş'ın Selli Yusuf dediği kişiye ait değildi. O yalnızca bir aracıydı. Güfte biraz fark ile yedi bentten oluşuyordu ve Karslı Âşık Cenani'ye (Ahmet Çelik) aitti. "Silkinip de Şamova'ya çıkınca / Eğlen Şamova'da kal Acem Kızı // Gerdan domur domur rengin kırmızı / Seherde açılmış gül Acem Kızı" diye başlıyor ve Neşet Ertaş'ın okuduğu bölümler "Silkinip de Şamova'ya çıkarsın / Misk ü amber gül yanağa takarsın // Kaş altından uğrun uğrun bakarsın / Can alır sendeki tel Acem Kızı /(sonra da)/ Seni saran oğlan neylesin malı / Yumdukça gözünden dökerler camı" şeklinde devam ediyordu. Şüphesiz Âşık Cenani'nin mısraları çok yürek yakıcı, ama onun büyüsüne büyü katan, şiirin güzelliğini bir çıt daha sanatla yoğurup katmerlendiren Neşet Ertaş olmuş. Duyarlı bir yürek, rastladığı sanat eserini kendine göre yorumlarken ona kalite katar çünkü. Yoksa UNESCO boşuna Neşet Ertaş'ı yaşayan insan hazinesi ilan etmiyor. Usta sanatçıyı 25 Eylül'de kaybettik. Ardından rahmetler okumak ve türkünün üçüncü kıtasını ruhuna ithafen tekrarlamaktan gayrı ne gelir elimizden:
Avrupa kurban olsun kara kaşına
İngiliz Fransız değmez döşüne
Amerika Belçika düşmüş peşine
Bir de Alman kurban bil acem kızı