“Yine yeşillendi fındık dalları” türküsü gibi “yine geldi yeni adli yıl açılış tartışmaları”nı dinliyoruz.

Bugün açtığınız herhangi bir alacak davasının ilk duruşma gününün beş-altı ay sonrasına verilebildiği, ideal olması arzulanan “yargılamada hedef süre” uygulamasının hedefi tutturmasının mümkün olmadığı, bir yılda birden çok kararname ile hakim ve savcıların tayinlerle yer değiştirdiği, görevlendirmelerin gecikmesi nedeniyle duruşmalara geçici hakimlerin çıktığı ve otomatiğe bağlanan celse talikleri arasında nasıl bir lükstür adli tatil?

Diyeceğiz…

Evvela “Türkiye’de yargı bağımsız” diyen yüksek yargımız uyku moduna geçecek, sessizliğe bürünecek.

Gerçekten…

Türkiye’de adli tatil dendiği zaman “dam üstünde saksağan” deyimi geliyor aklımıza.

Yargılamaların yıllar ve yıllar sürdüğü, hakim ve savcı kalitesinin gerek tecrübe, gerek yaş ve gerekse bilgi açısından aşırı düşüşe geçtiği son yıllarda klasikleşen her adli yıl açılış töreni tartışmalarında son noktayı aslında Sayın Yargıtay Başkanı koydu:

“Türkiye’de yargı bağımsızdır” (!)

Bu ifadelerin sarfedilmesine sebep de; TBB Başkanı Feyzioğlu’nun Adli Yıl Açılış Töreni’ne katılacağını ve fakat, sayıları günden güne artan ve törene katılmayacaklarını açıklayan baroların yaptığı açıklamalar oldu.

O halde önce birkaç temel prensibi öncelikle hatırlayalım mı?

Güçler ayrılığının tam manasıyla yaşandığı demokratik devletlerde yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olması şarttır ve asıldır.

Bunu başarabilen ülkelerin demokrasi çınarı sağlam olur, kökü derinlere uzanır.

Ancak bu erklerin bağımsızlığının temelinde de hukukun üstünlüğü ilkesinin hayat bulması olmazsa olmaz(sine qua non) şarttır.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin olmazsa olmazlığı da yargı erkini, yasama ve yürütmeden daha ayrı bir yere koyar.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşayabilmesi, yani yargı erkinin yasama ve yürütme organlarını hukuk çerçevesinde denetleyebilmesinin diğer olmazsa olmazı da yargının tam bağımsız ve tam tarafsız olmasına bağlıdır.

Tarafsızlık, ancak bağımsızlıkla vücut bulur.

Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu söyleyebilmek için öncelikle HSK’nın kuruluşuna, HSK’nın başkanına, doğal üyesine bakmak gerekir.

Yürütme organının hiçbir zaman yargı erkini sevmediği, sindiremediği bizim gibi “gel-git” yapan demokrasilerde yargının bağımsız olduğunu söyleyebilmek makul değil uçuk bir hayaldir.

Tayin, terfi, atama, görevlendirme gibi ölçütlerde “liyakat” mı yoksa HSK ve Bakanlık kapılarında “torpil” mi ön plandadır; fiiliyatta bu durum araştırılırsa iki üç yıllık bir hakimin ilk görev yerinden sonra nasıl Yargıtay Tetkik Hakimi olarak atanabildiğinin değerlendirilmesini yapmak bile kafidir.

Son zamanlarda kamuoyuna yansıyan, hakim ve savcı alımlarındaki “mülakat” ayıplarından ise bahsetmeye bile gerek yoktur.

Hatırlayın lütfen, yazılı sınavda 18753 kişi arasında 127.olan, daha sonraki sınavda ise 10 bin kişi arasında 205. olan, iki üniversite bitirmiş, iki dil bilen aday, topu topu 1 veya 2 dakika süren mülakatta hangi kriterler baz alınarak yetersiz görüldü?..

Mülakat demek “torpil” demek değil mi Türkiye’de?

Ve Sayın Yargıtay Başkanımız, “Türkiye’de yargı bağımsızdır” derken evveliyatla tayin ve mülakat hususlarında ne düşünüyor, adli yıl açılış törenine katılmayan barolara tepki gösterirken keşke bu konularda da, yargının bağımsızlığının daha mesleğe adım atılma aşamasında “mülakat” safahatından itibaren elimizden kayıp gittiği hususlarında da görüşlerini ifade etseydi.

Kaldı ki şu klasik hale gelen “adli yıl açılış töreni” faslına da dönmemiz gerekirse…

Yürütme organı, yargının açılış töreninde ev sahibi olursa, biçimsel anlamda dahi olsa bu yargı bağımsızlığı için şık ve doğru bir görüntü vermez.

Hele hele özel hassasiyet gösterilmesi gereken “yargı bağımsızlığı” gibi hayati bir konuda  bu hassasiyet önemsenmeden adli yıl açılış töreninin Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi içinde yapılması ve Yargıtay Tetkik Hakimlerinin törene katılımının zorunlu tutulması gibi uygulamalar başlı başına yargının yürütmenin gölgesinde kaldığı izlenimi doğurmaz mı?

2019 yılında eğer Yargıtay, kendisine ait bir salonda yargı camiasını kucaklayamaz, yürütme ve yasamaya da ev sahipliği yapamaz konumda ise ve buna da “salonumuz yok” tarzında gerekçe ileri sürülebiliyorsa bu da yargının, yürütmeye muhtaç olduğunu gösteren bir başka ayıbıdır.

Umut edelim ki konuşma yapacağı için törene katılma kararı aldığını söyleyen TBB Başkanı Feyzioğlu da, salt hukuk, demokrasi ve özgürlükler açısından yargının Türkiye’de neden bağımsız olamadığını ve törene katılmayan baroların kararlarında da art niyet aranmaması gerektiğini, yargı bağımsızlığında  buz dağının görünmeyen kısmı kadar görünen fiziki kısmın da önemli olduğuna vurgu yapar.

Yineleyelim:

Türkiye’de yargı “gerçekten” bugün görünen haliyle bağımsız mı?..

Güldürmeyin.