Türkiye’miz, anayurdumuz, son kalemiz, vatanımız, can evimiz… Dört bir taraftan kuşatılmış durumda. Dünyanın bütün ihanet şebekeleri ağız ve fikir birliği içindeler ve son vuruşlarını gerçekleştirmek için salyalarını akıtarak sırıtıyorlar!

Üç dört ayda yaşadığımız bunca hengâme tesadüf olmasa gerektir!

Vatan mefhumunu yitirmiş, aklını ve vicdanını batılı bezirgânlara satmış, vatansız, ruhsuz, köksüz ve Allahsız bir güruh el birliği içinde ihanetin destanını yazıyorlar.

Bu nasıl bir nefrettir, bu nasıl bir vicdansızlıktır, bu nasıl bir köksüzlük ve öngörüsüzlüktür ki içinde oldukları gemiyi batırmaya çalışacak kadar vicdan ve basiretleri, körleşmiş, sağırlaşmış ve topallaşmış!

Bunların derdi nedir?

Bunlar huzuru sevmezler, huzursuzluktan beslenirler.

Bunlar refahı sevmezler, sıkıntı ve yokluğu severler.

Bunlar demokrasiyi sevmezler, despotizmi, kargaşayı severler!

Bunların derdi çok başka. Sinopsis Bizans Keşişleri tarafından yazılıyor, yönetmenler bir değil birçok, başrol oyuncuları PKK belası! Figüranlar değişiyor!

Çekilen onca film gişe yapmıyor, figüranlarının yaklaşık 14 yıldır girdikleri bütün seçimler tam bir hezimet! Her seçimi kaybettiler, koalisyon yaptılar olmadı, güç cepheleri oluşturdular olmadı, hukuk darbesi gerçekleştirmeye yeltendiler tutmadı, ekonomiyi dibe vurmak için zorlama şişirme haber haberler yaptılar yine olmadı…

Su uyur düşman uyumaz demiş atalarımız…

Ve biz uyuyan düşmanı uyandırmışız!

Kendi uydumuzu göklerin engin mavisine gönderdik, tankımızı dağlara sürdük,  silahımızı düşmana doğrulttuk,  köprümüzü en şık arabalarımızla geçtik, sülün gibi yollara revan olduk, havalimanlarımızı her saniye inip kalkan uçaklarımıza meydan kıldık!

Bu tesadüf değildir!

Hezimet arttıkça ellerinde tek bir argüman kaldı: Terör belasını azıya almak!

Ülkeyi terörle vurmaya kalktılar, güney illerimizde ayaklanma tertip ettiler halk itibar etmedi, büyük şehirlerde bombaları kendileri patlattı devletin üzerine yıkmaya çalıştılar, kimsecikler inanmadı!

Yüksek dağlardan alçak ihanetler kol gezerken,

Askerlerimiz, polislerimiz şehit edilirken; bu vatanda bostan korkuluğu niyetine yaşayan ve sırtımızda kambur olan şahsiyetsizlerin utanmadan, sıkılmadan “çatışmasızlık” teraneleri okumaları hiç tesadüf değildir.

Bu riyakâr pespayelerin “barış”, “çatışmasızlık” lakırdıları dış dünyaya malzeme verme gayretinden başka bir anlam taşımıyor aslında. Ne barışı! Bu ülke ancak bir devletle savaşırsa bu kavramları dikkate alır, almalıdır!

Terör örgütleri bu devletin muhatabı değildir. Alçak dağlar, çukur bakır taşlar,  bunu böyle bilmelidir! Terör örgütünün sadece kellesi alınır! Tarih her zaman tekerrür eder…

Sezai Karakoç'un “Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır” dizelerinde olduğu gibi göklerden gelen kararı bozmaya yeltendiler güçleri hiç yetmedi, yetmeyecek!

Durum bu…

Şimdi ülkemiz iki hafta sonra yeni ve bambaşka bir mecraya girecek!

Ya başa döneceğiz, eza ve cefa dolu yıllar yeniden bu toprakları esir alacak, bunca sene elde edilen kazanımlar boşa çıkacak, ”Büyük Türkiye” sevdasıyla yananlar kaybedecek ya da daha güçlü yarınların meşalesini tutuşturacağız! Yeniden Bismillah! Diyecek ağzı dualılarımız!

Atalar yadigârı, bin yıllık sevdamız olan bu ak topraklara kirli ellerin dokunmasını, ellemesini istemiyorsak önümüzde tek bir seçim var!

1 Kasım Büyük Türkiye Ülküsüyle yanıp tutuşan vatan sevdalısı insanlarla, Ülkeyi Kurtlar Sofrasına koymayı düşünenlerin seçimi olacaktır!

Vatansa şayet esas olan, gayrısı teferruattır!

Bizans Keşişlerinin çorlu tezgahlarına düşmeyeceğiz inşallah.

Son sözümüzü vicdanımızla söyleyelim yeter ki!

Twitter:@aybikesinan