BİZİM DE HİKÂYELERİMİZ VAR…

Başarı denince akla hep aynı yabancı isimler gelir: Bill Gates, Henry Ford, Steve Jobs, Stephen Hawking falan...
Sanki başkaları yokmuşçasına hep aynı hikâyeler, aynı yüzler.


Dünyayı kurtaran hep onlarmış gibi gösterilir ve bize şu mesaj verilir: “Kendi değerini unut, onlarınkini benimse.”

İnce ince işlemelerle kendi değerlerimizden uzaklaştırılıyoruz.

Oysa bizim de hikâyelerimiz var.

Mesela Seyit Onbaşı: Top mermisini sırtlayan adam…

O azim, o inanç öğretilmez mi?

Mesela Halide Edip: Hem cephede hem kürsüde mücadele etmiş bir kadın…

İlham alınmaz mı?

Yanı başımızda duran, yaşarken görmezden geldiklerimizi ne yapacağız…

İzzetin Yörük…

Küçük bir mandıradan çıkıp YÖRSAN’ı Türkiye’nin en büyük 500 firmasından biri haline getirdi. Reklâmla değil alın teriyle yazılmış bir başarının öyküsü değil mi?

Mete Seyfeli…

Çiftçimizin yetiştirdiği meyve ve sebzeleri AHİGÜVEN markası ile işleyip konserve ve dondurulmuş gıda olarak pek çok ülkeye ulaştırdı. Susurluk’tan dünyaya açılan bir girişimcilik dersi sayılmaz mı?

Bahir Balaban…
Susurluk’ta kurduğu ANKAKÜMES ile kümes ekipmanları alanında dünya çapında tanınan bir marka haline gelmek, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan kümeslerle kalite ve güvenin simgesi olmak, emekle, gayretle, inançla yoğrulmuş bir başarı hikâyesi değil mi?

Düzdağ Tost…

Bir dilim kaşar, bir parça sucukla ülke çapında lezzet durağı haline gelmesi başarı hikâyesi olmaz mı?

Dr. Luiz Erpınar…

İnsanlığın hâlâ var olduğunu hatırlatan, her hastaya önce insan gözüyle bakan bir hekim olmak, romanlara konu olacak bir hayat değil mi?

Sami Köroğlu, namı diğer Baba Sami…

Her gün engelli aracıyla sokağa çıkıp, selamını vererek işini gücünü halletmek, engel tanımadan yaşamanın kitabını yazmak değil mi?

Ayakkabı tamircisi Hüseyin Bağışlar…

El emeği ile piyasanın acımasız çarklarına direnmek, filmi çevrilse başrolü hak edecek bir direniş değil mi?

N.T.

Adını yazmasam da onu tanıyorsunuz…

Engelli iki kızını sevgiyle, sabırla büyütürken yaşadığı zorluklar, dizisi çekilecek bir sabır ve sevgi hikâyesi değil mi?

Bazen bir başarı hikâyesi de sabahın köründe elinde süpürgesiyle yolları tertemiz eden bir temizlik işçisinin ellerindedir…

George’un, John’un, Tom’un hikâyelerini öğrendik de ne oldu?

Okumuyorum onların hikâyelerini…

İzlemiyorum filmlerini, dizilerini…

Dinlemiyorum bunlardan bahsedenleri…

George’u boş ver, şu pazarda domates satan Yılmaz Abi’ye kulak ver.

Belki söylediği bir cümlede hayata dair koca bir ders vardır.

Bu şehirde herkesin kendine özgü bir hikâyesi var.
Ve bu hikâyeler bize ait oldukları için daha anlamlı…

Yeter ki kulak verelim, yeter ki değer verelim…