Dünyada ve Türkiye’de son zamanlarda o kadar çok yazılacak konu var ki. Hangisini yazmak gerekiyor şaşırıyoruz.

Ayasofya’nın ibadete açılma tartışmaları çerçevesinde tarihin tozlu raflarında kalan unutulmaya yüz tutmuş gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Uzun uzadıya bu konuda pek çok yazı yazılabilir. Bu işi uzmanlarına bırakıyorum. Ama dikkatimi çeken ayrıntılara da işaret etmekte de yarar var.

Ayasofya’nın en önemli özelliği Patrikhane’ye bağlı olmaksızın direk Bizans Krallarına bağlı olması. Bizans Krallarının öz malı sayılması. Bu çok önemli ayrıntı. Dönemin Roma Kanunlarına göre ise tahta kim geçerse o kralın mülkü sayıldığından İstanbul Fethedildiğinde Ayasofya’nın Sultan Fatih’in mülküne geçtiği gerçeği. Onunda bu mülkü Cami’ye döndürerek vakfa devretmesi.

Eğer durum böyleyse bugün yaşanan tartışmaların yönünü tamamen değiştirir. Hep garibime gitmiştir. Her Ayasofya gündeme geldiğinde Yunanistan’dan ses çıkar. Neden? Oysa İstanbul Doğu Roma’nın, Bizans’ın başkentindir. Yunanın değil.

Şunu unutmayalım; tarihe dayanan gelişmeler tarihi gerçekler üzerinden tartışılmak zorundadır. Bu gibi durumlarda gerçekleri arayıp ortaya koymak tek çözüm yoludur.

Asıl işaret etmeye çalışacağım konu ise bütün dünyayı saran korona salgının oluşturduğu ekonomidir. Hem ülkemizde hem de dünyada bir gerçek var. Bu da ortaya çıkan her durumun ekonomisinin oluşmasıdır.

Korona salgını dolayısıyla dünyada bu virüs endeksli bir sağlık ekonomisi oluşmaya başladı. Aciliyet söz konusu olduğundan salgını önleme, tespit etme ve tedavisine yönelik ilaç, malzeme ve araçların tedariki piyasası doğdu. Çünkü her şeyden önemlisi insan sağlığı ve insan. Bu nedenle ilk aşamalarda ilaç, malzeme ve araçların maliyetlerinin hiçbir önemi olmaz. Sonuçta bu işin, üreticileri, tedarikçileri, pazarlamacıları ve aracılarının hangi kar veya zararla çalıştığının hesabı yapılmaz.

Fakat yaşanan durum uzadıkça işin ciddi bir ekonomik döngüsü ortaya çıkar. Ekonomik döngü kısa zamanda bir çıkar gruplarını hareketlendirme tehlikesini doğurur. Bunun yakın geçmişte örnekleri vardır. En önemlisi de 40 yılı aşan süredir karşı karşıya olduğumuz terör olayıdır. Devletin terörle ilgili aldığı her önlemin ve kararın zamanla kendi ekonomisi oluşmuş, ekonomisi oluşunca da hem üretici hem pazarlamacı, hem tedarikçi, hem aracı ve hem de kamu bürokrasisinde çıkar gruplarını doğurmuştur.

Zamanla durum o hale gelmiştir ki, bürokrasi aldığı uzmanlık geliri düşmesin, tedarikçi çarkı durmasın, işadamı ticareti kesilmesin diye düşük yoğunlukta terör tehdidinin devamına razı olmaya başlamıştır. Kimsenin umurunda zaman zaman gelen ve ocaklara ateş düşüren şehit haberleri olmamıştır.

Öyle görülüyor ki dünyada korona virüs salgını ekonomi, ticaret ve sosyal hayatı alt-üst ederken kendine özgü bir ekonomi oluşturmaktadır. Oluşan ekonomi sağlık sektörünün ötesine geçerek karlı bir ticaret haline gelmiştir.

Türkiye’nin çok ciddi olarak korona virüs dolayısıyla ortaya çıkan “Durum Ekonomisi”nin oluşturacağı tehlikeye karşı tedbir almak zorundadır. Tıpkı terörde olduğu gibi bir durum ortaya çıkarsa kamu, üretici, aracı, tedarikçi çıkar gruplarının oluşumunun önüne geçilemez.

O takdirde tıpkı terörde olduğu gibi sağlık sektöründe süreklilik arz edecek “Durum ekonomi”nin işleyeceği bir çarkı kırmak imkânsızlaşacaktır. Sağlık alanında zamanla çıkar gruplarının sürekli tehlike tehdidi ile önümüze çıkacaktır. Bugün bile korona virüs salgının önlenmesi konusunda zaafa düşülmesi kaçınılmaz olur.

Devletin böyle oluşumlara şimdiden önlem alması gerekmektedir.

Kalın sağlıcakla…