FERİT’İN HİKÂYESİ

 Yıllardır eğitim sistemimiz üzerine çok yazıldı, çizildi. Neredeyse söylenecek söz, ileri sürülecek fikir, önerilecek bir düşünce kalmamış gibi. Fakat bir şeyi ya da aynı şeyi farklı bir üslupla söylemek işi değiştirebilir. Çok yeni şeyler söyleme iddiasında değiliz.
        Şu kadar yıl eğitimle ilgilenmiş biri olarak okuduklarımız, biriktirebildiklerimiz, öğrenebildiklerimizden süzülüp gelen bir şeyler varsa, onları paylaşmak bizimkisi.
        Eğitimin her alanı irdelendi, didiklendi. Fiziki ortamlar, kalabalık sınıflar, yetersiz ders materyalleri, ders kitaplarının içeriği, eğitimde bölgelerarası fırsat eşitliği, öğretmen yetiştirme politikaları, öğrencilerin yönlendirilmesi, nasıl yönlendirilmesi gerektiği vesaire…
        Eğitimin benim üzerinde duracağım yönü yönlendirme ile ilgili.
        Ortaokuldan sonra lise eğitimine geçişte yapılan sınavlarla ilgili değerlendirmelerde, görüşmelerde hemen bütün velilerin, çocuklarının akademik eğitime, Anadolu ve Fen liselerine gitmelerini istediklerini hepimiz biliriz. Bu isteğin, çocuğun yöneliminin, kabiliyetinin, ilgi duyduğu alanların tespit edilmiş olmasıyla bir alakası tabii ki olmuyor çoğu zaman. Bu genellikle anne babaların hayallerinin bir yansımasıdır.
        Öğrenci o safhaya gelene kadar, zihni kapasitesini ne kadar kullandı, ne kadar geliştirdi, çocuğun hangi yönde kabiliyeti daha baskındır? Sözel, sayısal, hangisi? Bu sorular, bu konular birçok velimizi pek ilgilendirmiyor. Çocuk sınava girsin, Fen Lisesini, Anadolu Lisesini kazansın. Bütün hedef budur. Meslek Liseleri düşünülmez çoğu zaman, seçenekler arasında bu asla yer almaz.
        Öğretmenler ola ki, mesleki eğitime meylini tespit edip de veliye bu konuda bir öneride bulunsa, tepki gösterir, veli bunu neredeyse hakaret sayar. Doğrusu 8-10 yıl önce böyleydi durum. (Şimdi değişmiş olabilir, bilemiyorum.)
        Bu yanlış anlayışın gelişip yerleşmesinde sistemin, okulun ve biz eğitimcilerin de çok kusuru var, kabul edelim.
        Öncelikle mesleki eğitimin önemini vatandaşa, ne devlet ne de biz anlatamadık. ‘’Bu çocuk sınavda pek başarılı olamaz, en iyisi meslek lisesine gitsin de ‘bari’ bir meslek sahibi olsun.’’ cümlelerini hepimiz kurduk. ‘’Bir meslek sahibi olmak’’, başına ‘’bari’’ sözcüğü getirilecek bir durum asla değildir. Kendini geliştirmenin, hayatını devam ettirebilmenin, geçimini temin etmenin temel şartı olan ‘’meslek sahibi olma’’ olayı, tek başına, başlı başına çok büyük ve temel bir olaydır; ‘’bari‘’ sözcüğü ‘’meslek sahibi olmak’’ ifadesinin sıkletine uygun düşmez, hem hafif kalır, hem de mana bakımından tamamen aykırı bir durumdur.
        Hâsılı kelam, ilkokuldan itibaren, çocuklarımızın ilgi ve istidatlarına göre, süreç boyunca sağlıklı bir izleme yapıp, ortaokul bittiğinde, bu öğrenci şu alanda eğitimine devam etmelidir şeklinde, isabet oranı yüksek bir öneride bulunamadık, bulunamıyoruz. Liseye geçiş sınavları ve üniversite sınavlarından sonra hangi tür okula gidilebileceği ile ilgili konuşurken ‘’tutturmak‘’ sözcüğünü kullanıyoruz değil mi? Tutturmak sözcüğü biraz da ‘’şansı/rastlantı’’ ifade ediyor sanki. Fen lisesini tutturmak, İngilizce öğretmenliğini tutturmak gibi.
        Sistemin, okulun, öğretmenin bu konuda, mer’i mevzuata göre ne kadar yetkisi vardır buna, o da ayrı bir konu.
        2000'li yıllarda Balıkesir il merkezinde, Yunus Emre İlköğretim Okulunda çalışıyorum. Bahçe nöbetçi öğretmeni olduğum bir gün. Teneffüsteyiz, hava güzel. Öğrenciler okulun, her zaman toplarını patlatan dikenli tellerle çevrili küçük bahçesinde geziniyorlar. Öğrenci sayımız az olmasına rağmen, okulun bahçesi çok küçük olduğundan, güzel havalarda teneffüslerde bahçe tıklım tıklım olurdu.
        Bahçede bir kenarda durup öğrencilere nezaret ederken, birkaç öğrenci ile ayaküstü sohbet ediyoruz. Sohbet biraz ilerleyince birkaç kişi daha sohbete katıldı ve 7-8 kişilik bir çember oluştu. Konuşuyorum çocuklarla, bazen şakalaşıyorum, takılıyorum. Tabii en klasik soruyu sormadan olmaz.
        Sordum: ‘’Ne olmayı düşünüyorsunuz?’’
        Sıradan, tek tek cevap veriyor çocuklar: Öğretmen, hemşire, polis, müzisyen, bilmiyorum, berber, karar vermedim… İçlerinden biri (adı Ferit Süyüköz) ‘’Berber!‘’ deyince, arkadaşları güldü. Ben birkaç memnuniyet ve takdir cümlesiyle öğrenciyi destekledim. Sonra da arkadaşlarına ‘’Niçin gülüyorsunuz? Arkadaşınız şimdiden hedefini belirlemiş, çok güzel, çok doğru bir hareket, aferin arkadaşınıza…’’ dedim.
        Ferit’in daha o yaşta berber olmayı istemesi, bu karara varması hangi sebeptendi, nasıl oldu doğrusu bilmiyorum. Kendisinin bu konuda bir ilgisi, isteği olduğu muhakkak. Bir de belki yakınlarından gördüğü bu mesleği beğendi, özendi, kafasına koydu. Belki büyükleri tavsiye etti, ama okulda bu konudaki istidadının tespit edilip de yönlendirildiğini zannetmiyorum. Kendisi bu hedefini öğretmenlerine belirtmişse, öğretmen arkadaşların onu desteklediği, teşvik ettiği muhakkak elbette. Kurullarda, öğretmen odalarında belirli yönlerdeki yetenekleriyle dikkat çeken öğrenciler aynı sınıfa giren diğer zümre öğretmenleri tarafından sıkça söz konusu edilir, konuşulur. Nitekim aynı okulda müzik yeteneği ile dikkat çeken kimi öğrencilerin Güzel Sanatlar Lisesine yönlendirildiğini hatırlıyorum
        Neyse…


        Ferit’i güneşli ılık bir mayıs gününde, yazın sıcağın, kışın da soğuğun tam karşıdan dövüp durduğu Dinkçiler yamacına yaslanmış olan Yunus Emre İlköğretim Okulu'nun bahçesinde bırakıp, biz yıllar içinde geleceğe yürümeye devam edelim.
        Bu ilköğretim okulundan ayrıldıktan sonra birkaç okulda daha görev yaptım. Yine o civarda bir başka ilköğretim okulunda görevliyim. Çardaklı civarında öğle yemekleri için sürekli gittiğim bir lokantamız vardı ara sokakların birinde.
        Aradan kaç yıl geçti, hesaplamadım. Yine bir öğlen vakti yemeğe giderken, ara sokaktaki bir berber dükkânında Ferit’in oturduğunu gördüm. Yıllar önce okul bahçesinde yaptığımız ayak üstü sohbeti hatırladım hemen. ’’Acaba?’’ dedim. Olabilir miydi? Dükkân sahibi olan berber öğrenci velilerimizden biriydi. Her geçtiğimde öğrencimin orada olduğunu görünce, bir keresinde içeri girip selam verdim. Berberi görev yaptığım okuldan tanıyordum zaten. Öğrencim de beni tanıyordu. Öğrencimi sordum, ‘’Bizim çırak bu hocam’’ dedi. Ben çok sevindim bu duruma tabi. Berber arkadaşa ‘’Bu çok iyi bir berber olur, benim öğrencim, tanıyorum…’’ dedim. ‘’Hocam inşallah da, nereden biliyorsun iyi bir berber olacağını?’’ dedi gülerek. Ben de 5-6 yıl önceki olayı anlattım. ‘’Daha çok küçükken hedefini belirlemiş bir arkadaş, bu işinin erbabı olacağını düşünüyorum.’’ dedim. ‘’İnşallah…’’ dedi patronu ve oradan ayrıldım.
        Zaman zaman yine oradan geçiyor, Ferit ve patronu ile selâmlaşıyoruz. Bir süre sonra o mahalledeki okuldan da ayrılarak Milli Eğitim Müdürlüğü'nde göreve başladım. Aynı lokantaya gitmeye devam ediyorum.
        Gel zaman git zaman, bir ara öğrencimi o dükkânda görmemeye başladım. Bir süre dikkat ettim, orada görünmüyordu artık. Dükkân sahibi olan berbere Ferit’in nerede olduğunu sordum. ‘’Hocam o kendi dükkânını açtı, ondan ayrıldı…’’ dedi. Yine çok sevindim tabi. Dükkânının yerini sordum, yine Çardaklı civarında bir yeri tarif etti. Hemen doğruca öğrencimin dükkânına yöneldim. Ferit dükkânını açmış, kendi işinin patronu olmuştu. Müstakil bir mekân sahibiydi artık.
        Gittim yanına, selamlaştık, tebrik ettim. O da çok sevindi ziyaretime. Eski hikâyeyi yeniden hatırladık. Biraz o günleri yâd ettik, çay içtik. Hayırlı olmasını dileyerek oradan ayrıldım.
        Bizim yeni patron bu işin eğitimini aldı mı, ne kadar aldı bilmiyorum. Mesleği ile ilgili bir belge almak için herhalde az ya da çok bir eğitim almıştır diye düşünüyorum. Henüz çok erken vakitte, çok erken zamanlarda hedefine kilitlenmiş olan Ferit, yıllar geçtiğinde hedefine varmış, hayalindeki mesleği icra ediyordu. Bu olaya çok sevinmiştim, çünkü bir Ferit kendi seçtiği hedefe ulaşmıştı… Başarı buydu işte bana göre. Ya diğerleri?
        Hangi çocuk gelecekte başarılı olur diye sorarsanız, ‘’Benim oğlum doktor olacak, benim oğlum öğretmen olacak, avukat olacak, şu olacak, bu olacak diye önüne duvar örülmeyen çocuklar başarılı olur’’ derim.
        ‘’Şu şu mesleklerde çok para var, sen en iyisi şu mesleği seç, zengin olursun!’’ diye cendereye sokulmayan çocuklar başarılı oluyor.
        Bahis mevzuu çağa kadar her haliyle ‘’Ben mesleki eğitime uygunum.’’ diye bas bas bağırdığı halde, bu sesi duyamayan anne babaların, genel liselere ve anadolu liselerine ite-kaka gönderdiği çocuklar değil, bunu fark edip çocuğunun sesine, ilgisine, yeteneğine kulak veren, dikkat kesilen velilerin çocukları başarılı oluyor.
        Düzenli bir çalışma sistemini oturtamadığı için, rehberlik edilmediği için başarısız olan çocukların, meslek liselerinde de başarılı olamayacağını bilip, çocuklarına uygun çalışma usulünü veren ve uygun ortam velilerin çocukları başarılı oluyor.
        Çocuğun genel lisedeki başarısızlığının sebebi, tembelliği, çalışmaması değil, yanlış yönlendirildiği bir okulda vakit kaybediyor olmasından kaynaklanıyor belki de.
        Çocuklar daha çok küçük yaştan itibaren oynadıkları oyun ve oyuncakların türünden, uğraştığı ilgilendiği şeylerle bile kendini belli ederken, bunu görmezden gelip, velilerin kendi gerçekleştiremedikleri hayallerini gerçekleştirme işini çocuklarına devretmelerinden, onlara yüklemelerinden kaynaklanıyor asıl sorun.
        Doğru yönlendirme, okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise ve yükseköğretim hayatı boyunca devam eden, öncelikle öğrenciyi merkeze alan, öğrenci ile ilgili olan herkesin ortak anlayışı ve işbirliğinin işin içine katıldığı, öğrenciyi zihinsel, sosyal, psikolojik, akademik vb. yönleriyle tanımayı gerektiren bir süreçtir.
        Öğrenci gelecekte yürüyeceği yolun kararını kendi verebilmeli ve bu kararın sorumluluğunu üstlenebilmelidir. Akvaryumda büyütülen çocuklar kendi hayatına dair aldığı kararların sorumluluğunu üstlenemez. Yürüdüğü yoldaki tüm engelleri ebeveyni tarafından temizlenen çocuklar kendi ayakları üstünde duramaz, yürüyemez, kendi başına problem çözemez. Kendi başına yürüme ve problem çözme çağına gelene kadar, hayata dair tüm problemleri başkaları tarafından çözülmüş olan çocuklar problem çözme konusunda, sıkıntıların üstesinden gelebilme konusunda tecrübe sahibi kılınmadıkları için, bu fırsat onlara tanınmadığı için daima bocalayacaklardır. Bırakın çocukların ellerini. Düşmesin diye sürekli ellerini tutarsanız, yürümeyi öğrenemezler. Düşerek, düşülebileceğini, kalkarak yeniden kalkmak gerektiğini öğrensinler.
        Bütün gelişim safhalarını sürekli bir akvaryum ortamında geçiren çocuklarınızı deryaya salamazsınız. Okyanusların şartları akvaryumdan çok farklıdır, çok çetindir.
        Sevmekkorumakeğitmekbüyütmek hepsi birbirinden farklı kavramlardır ve ‘’köreltmek‘’ ile arasındaki çizgi çok incedir.
        Karıştırmayalım.

---------------------------------------------------------------------------------------

(*) Eğitimde yöneltme; eğitim öğretim sürecinde öğrencilerin bireysel ve toplumsal beklentilerinin ve ihtiyaçlarının karşılanmasını, mesleki gelişimi ile ilgili karar verme süreçlerinin gelişmesini, geleceğini planlamasını, kendisini tanıması ve tanınmasını kapsayan faaliyetler bütünü.

(*) Yönlendirme, öğrencilerin ilgi, yetenek, kişilik, değer, zekâ ve derslerdeki başarı vb. bireysel özelliklerini dikkate alarak kendilerine en uygun olan programlar arasından istediği bir programa geçişlerini sağlamaktır.