Sıkılmadan okuyabilmeniz için hatırlatayım; bu tamamen bir koronovirüs yazısı değil.

Ancak her zaman geçerli olan insan duygularının, değişim karşısındaki değişkenliği ya da değerlere tutunmasıyla ilgisi var.

Korona günlerinden sonra başka bir dünya ortaya çıkacağı idddialarını, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözleriyle ifşa edenlere, “yok öyle bir dünya” ya da “dünya yine dönmeye devam edecek, değişmeyecek bir şey” karşılığını vermeniz doğru değil.

Çünkü evrende hiçbir şey, “hayat şudur” diye tek sözle açıklayabileceğimiz kesinliğe sahip değildir.

Brezilyalı yazar Paulo Coelho, şöyle izah etmiş: “Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir.”

Amerikalı fütürist yazar Alvin Toffler, 1970’lerde Future Shock (Gelecek şoku) kitabını yazdığında böyle bir dünya yoktu!

Değişik dillere çevrilip 6 milyondan fazla satılan bu kitabı 1980’lerde okuduğumda genç ve uçarı zihnim, dijital devrim gibi kavramları, virüslerin yayılması, sağlık, ekonomi ve ticaretin işleyişindeki muhayyel kurguları pek algılamıyordu.

Belki kültür, sanat, medya, iletişim, din, sosyal düzen gibi öngörülerinden heyecan duymuştum.

Gençlerin, “Sorumluluk yüklenmemiş özgürlük” taleplerine kavuşacaklarını, doğaya saygının azalacağına dair görüşleri üzerinde düşünmemiştim bile…

Ancak bütün bunlar olağanüstü hızla hayatımıza girdi.

Kimi geçtikten sonra anlaşıldı.

Toffler, 2016’da 88 yaşında öldü.

Yaşasaydı şu içinde zamanı yorumlarken, pandemiyle ilgili olarak müstehzi bir ifadeyle “ben size demiştim, daha bunlar iyi günleriniz. Ben gidiyorum bu dünyadan, başınızın çaresine bakın…” gibi şeyler mi söylerdi?

Yoksa çoklu kariyeri, hayatı çok yönlü kavramış beyniyle yol mu gösterirdi?

Bunu asla bilemeyiz.

HER DEĞİŞİM DEĞERLİ DEĞİLDİR

ABD’li araştırmacı gazeteci Pete Muller’i, National Geographic için çektiği muhteşem fotoğrafları ve dünyanın karanlık noktalarından çıkardığı harika röportajlarından tanıdım.

Multimedya muhabiri Muller’in, Sibirya ile Alaska arasındaki bir vadideki maden ocağının, yerleşim yerlerine verdiği zararları araştıran Prof. Glenn Albrecht’in ile yaptığı röportajını okudum.

Çevre araştırmaları profesörü Albrecht, madenciliğin yerel topluluklar üzerinde bıraktığı duygusal etki üzerinde çalışan bir bilim insanı...

Bilim insanlarının, doğayı değiştirmenin zihinsel sağlığı nasıl etkilediği konusuna kayda değer kaynak ve zaman ayırmadığını öğreniyoruz.

2002 ile 2012 arasında iklim değişikliğinin rastgele seçilmiş 2 milyon insan üzerindeki etkisi araştırılmış.

Bulgularının arasında, sıcaklık ve kuraklığa maruz kalmanın intihar riskini artırdığı ve psikiyatrik hastane ziyaretlerinin sayısını yükselttiği de vardı. Buna ek olarak, kasırga ve sel kazazedelerinin travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon geçirme olasılığı daha yüksekti.

Bu sonucu değerlendiren Albrecht, “tamam, yalnız değilmişim” demek gibi bir his bıraktığını, işin gerçeğinin de çevre profesörü olarak toprağın geçirdiği fiziksel değişikliğin insanlara yansıdığının kanıtlandığını söylüyor.

Türkiye’de iç göçlerin hızlandığı 70’li yıllarda “köyden indim şehre” gibi filmlerle insanımızın alay konusu edilmesinin sosyolojik temeli o kadar basit değil…

Bir araziyi yitirmenin iç karartıcı gündelik acılarının yanı sıra, dünyadaki yerlerini kaybetmenin duygusal zorluklarıyla da boğuşuyorlardı o insanlar.

Sevdiğimiz yerler değişirken, duygusal olarak ödediğimiz bedel memleket hasretine benzer bir şeydir.

Köyünden kopup kent hayatına organik olarak katılamayan insanların uyumu kolay mı?

Çünkü kaybetmiş insan olarak geliyor yeni dünyaya…

Sahip olmanın yegane bağı arazisi, toprağı, bağı…

Onların yerine koyabileceği bir şey yokken ruh dünyasında esen fırtınaları ne dindirebilir?

Elindeki tüm varlığını satıp kentin kıyısında kurduğu köyüne benzer yeni hayatı, çevresine dikilen fabrikalar ya da yüksek binaların gölgesinde silinirken ne hissedebilir.

Kentle, kent kültürüyle nasıl buluşabilir?

Bu stres ve üzüntü onu yalnızlaştırıp kendinden bile uzaklaştırıyor.

Şimdi, “doğayla bütünleşmeliyiz” sloganlarıyla kent kıyılarında kurulan hobi bahçeleri de fırsatçılığın başka bir hali olarak hayatımıza girdi.

Topraksız, ağaçsız, çiçeksiz kalan insan, gökyüzüne bakıp üzüntü hissini sessizce göz yaşlarına bulaştırabilir.

Bütün bunlar, birçok insanın kendi parçası olarak hissettiği doğal manzaraların bütünlüğünü tehdit ediyor.

Bu yeni tip araştırmaların “Doğa eksikliği”ne ilişkin öyle ilginç sonuçları var ki, fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarından, çocukların aktivitesizlikten depresyon vakalarının ortaya çıkmasına kadar dayanıyor.

DUYGUSAL BEDEL AĞIRDIR

Şimdi kısaca yazımın başındaki temel soruya dönelim.

Koronalı günlerden sonra hayatın günlük akışı olağan hale geldi diyelim.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?”

Hiçbir şey mi?

Ya da nasıl ve hangi şeyler eskisi gibi olmayacak?

Pekiyi sizce nasıl olacak?

Cevaplar bildiğiniz yerden gibi gelir ama ciddi bir cevap ister bu sorular.

Vereceğiniz cevaplar, her gün bildiğiniz gibiyse…

Şunları da bilin;

Öncelikle şu sözü tekrar okuyun:

Sevdiğimiz yerler değişirken, duygusal olarak ödediğimiz bedel memleket hasretine benzer bir şeydir.

Bu söz, yeni dünya ile sınırımızı işaretleyen, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” düşüncesinin zihindeki tatsız ifadesidir.

Koronavirüsünden önceki hayatınızı yeşil bir vadide şölen gibi düşünüyorsanız, bundan sonraki sosyal hayatınızın, bu yeşil alanları birden bire siyanürle maden arayanların yarattığı gri bir tablo olarak hayal edin!

İnsanların dünyaya geldikleri günden beri tanıdıkları yaşam biçimi, doğal yapı, çevresel koşullar, geçim yolları, çalışma prensipleri, entelektüel etkinlikleri, ruhsal ihtiyaçlarını karşılama alışkanlıkları vardır.

Bunları kaybettiğinde her anlamda kıraç bir coğrafyanın ortasında mahsur kaldığınızı hissedersiniz.

Araştırma sonuçları ne diyordu?

Sıcaklık ve kuraklığa maruz kalmanın intihar riskini artırdığı ve psikiyatrik hastane ziyaretlerinin sayısını yükselttiğini ortaya çıkaran araştırmalara göre ayrıca kasırga ve sel kazazedelerinin travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon geçirme olasılığının daha yüksek olduğu belirlendi.”

Durum böyleyken, tek cümle bizim hayatla sınırımızı çizemez.

Nasıl yeni bir dünya bekliyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapın.

Zihinsel, ruhsal, bedensel olarak kendinizi nasıl gerçekleştirebileceğinizi iyi tasarlayın.

Evet koronadan önceki hayat olmayacak.

Bu hayatın ne kadar değişeceği biraz da size bağlı.

İnsan her ortama uyum sağlayabilir.

Yeter ki, içinden mutluluk çıkarabilsin.