Parlamentoda bir dakika oturun, bir saat gibi gelir, güzel bir kadınla bir saat siyaset konuşun, bir dakika gibi gelir, izafiyet teorisi işte budur” demiş Albert Einstein.

Şahane laf değil mi?

Maalesef size kötü bir haberim var.

Einstein'ın böyle bir lafı yok!

Ben uydurdum.

Eminim, uydurduğumu söylemeseydim inananlar olurdu. Hatta bu lafı anında twitter'dan filan postalayıp, başkalarına satmaya kalkanlar bile çıkardı. Hep böyleyiz çünkü…

Adamın biri imzasıyla fotoğrafıyla gazetede köşe yazıyorsa, televizyonda ahkam kesiyorsa, üstelik, ettiği lafları ünlü kişilerin isimlerini ilave ederek süslüyorsa, gazeteci sanıyoruz, söylediklerini doğru kabul ediyoruz.

Halbuki…

Türkiye'de üç işi canı çeken herkes yapabilir.

Müteahhitlik.

Siyasetçilik.

Gazetecilik.

Eğitim istemez.

Nitelik istemez.

Türkiye'de 141 bin hekim var mesela…

315 bin müteahhit var!

Doktor başına 500 hasta düşüyor.

Müteahhit başına 2 doktor düşüyor.

İşe hademe alırken bile savcılıktan temiz kağıdı isteniyor ama, silahlı terör örgütü mensubunu TBMM'ye milletvekili almışlar, kimdir diye soran olmamış.

Yoldan geçen tekstilciyi çevirip, gel şu böbrek naklini yapıver diye ameliyathane sokamazsın. Kuyumcuyu kolundan tutup, gel sevabına şu kararı veriver diye, en yakın adliyedeki hakim koltuğuna oturtamazsın. Turizmci, jeofizik bilmez. Tavernacı, statik hesabından anlamaz. Mankeni bilirkişi yapıp, anayasa hukuku üzerine görüş isteyemezsin. Ama…

Bunların hepsi gazeteci olabiliyor bu ülkede.

Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur” palavrası da burdan çıkmıştır zaten… 

Hiçbir bilimsel kritere dayanmadığı için, ana rahmine dayandırılır.

Bugün size gazeteci diye sunulanların, köşe yazarı diye sunulanların yüzde 60'ının gazetecilikle alakası yoktur.

Peki nasıl ayırtedeceğiz derseniz?

Evrensel tek kural vardır.

Gazeteci…

Sıradan insanların bekçi köpeğidir.

Bakacaksınız kardeşim…

Sıradan insanların bekçi köpeği midir?

Sahibinin emriyle sıradan insanlara saldıran kudurmuş köpek midir?

Basın Kartını itibarsızlaştırma noktasında elinden geleni ardına koymayanların başında gelen biri olması ve ülkenin Cumhurbaşkanına, iktidarıyla muhalefetine eleştiri getirirken etik sınırları aşması nedeniyle sevmesem de Yılmaz Özdil'i, bizim meslekle ilgili kendine has üslupla yaptığı durum tespitini içeren yukarıdaki görüşlerine katılıyorum.

Bizde aynı şeyleri söylüyoruz

Yıllar yılıdır bu memleketi yönetenlere, belediye başkanlarına, milletvekillerine, iş adamına, siyasetçilerine, bürokratına, esnafına, insanına; 

Ayırt edin iyiyle kötüyü, güzelle çirkini..

Limon alırken çürümemiş olanı seçiyorsan, yemek yiyeceğin lokantayı ayırt edebiliyorsan, her önüne çıkan iş yerinden alış veriş yapmıyorsan...

Gazeteyi ve gazeteciyi de seçersin seçmesine de...

Yalvarıp/yakarıyoruz lakin, iyiyle/kötüyü ayırt etmek,  çürük elmaları ayıklara işlerine gelmiyor...

Sonra ıkına sıkına dert yanıyors ona, şuna, buna ve bana; 

'Bu gazeteciler niye böyle' diye...

İyi de kardeşim

Ben değil, sen veriyorsun gazı, o dert yandığın ve gazeteci zannettiğin pespaye taklacılara!

Bu arada bir çift sözüm de meslektaşlarıma var.

Her daim söylüyorum, bu vesileyle tekrar edeyim; 

Siz siz olun mesleğinizi asla paylaşmayın..

Nasıl ki, bir avukat, bir doktor, bir mühendis mesleğini seninle paylaşmıyorsa,

sizi Baroya, Tabip Odasına, İnşaat Mühendisleri Odasına veya herhangi bir esnaf odasına kayıt yapmıyorsa, 

Sen de hariçten gazel okuyanlarla bu yazıyı paylaş, ama mesleğini asla paylaşma...

Ben dilim tutulmadığı sürece bunu konuşmaya, ellerim tuşlara bastığı ve kalem tuttuğu sürece yazmaya, ölesiye kadar  savunmaya devam edeceğim..

Birlikte yaparsak bunu sonuç alabiliriz belki.. 

Alamazsak ne kaybederiz ki, durum zaten vahim. 

En azından adım atmış, denemiş oluruz.

Yoksa sen de bizim Mahmut gibi, 'salla gitsin' mi diyorsun!

O sallarsa, bu sallarsa, sen sallarsan, ben sallarsam

"biz gazeteciyiz" demenin bir anlamı kalıyor mu?


BUGÜNÜN SÖZÜ-

Bizim hayattaki en önemli işimiz; belli belirsiz, puslu şekilde uzaklarda bulunan şeyleri görmeye çalışmak değil; gözümüzün önünde apaçık halde duran şey için ne yapacağımıza karar vermektir.