5 ay gibi kısa bir zaman diliminde Çin’in Wuhan kentinden başlayıp tüm dünyayı kasıp kavuran Koronavirüs’ün, doğal bir mikrop mu veya biyolojik bir silah mı olduğu konusunda uzmanlar henüz net bir karara varamadılar.

Buna rağmen Koronavirüs’ün bir yağ tabakası olduğu, ellerimizden ve yüzümüzden bol köpüklü sabunlarla yıkanarak atılabileceği de ifade ediliyor. Koronavirüs’e karşı aşı bulma mücadelesi hızla devam ettiği için, şimdilik güvenilebilecek tek yolun bol köpüklü sabun ve kısmen de alkol olduğu unutulmamalıdır. Not: Fransa bir şeyler bulduğunu iddia etti ama henüz kesin bir bulgu yok. Çin Devletinin açıklamalarına ise hiç güvenen yok.

Halen salgın hastalıklar dünyasının patronu görünümünde olan Koronavirüs, bu ünvanını ısrarla devam ettiriyor. Koronavirüs her ne kadar tarih sayfalarında görülen veba, Kara veba, tifüs, su çiçeği ve Kolera gibi salgın hastalıkların sebep olduğu ölümler düzeyinde olmasa da gücünü şimdilik dünyamızda kabul ettirdi.

Dünyamızı ve 7 kıtayı ısrarla tehdit eden mikrop şimdilik Koronavirüs. Tarih sayfalarına baktığımızda ise, Karonavirüs’den önce de pek çok mikrobun, virisün dünyayı kasıp kavurduğunu, insanların yaşamlarını tehdit ettiğini ve ölümlerine sebebiyet verdiğini görürüz.

Koronavirüsten önce meydana gelmiş salgın hastalıklar sebebiyle toplu insan kayıplarına baktığımızda, Koronavirüs şimdiki haliyle biraz masum gibi görünebilir. Tarih sayfalarından bizlere seslenen kitlesel ölümlere baktığımızda ise, Veba, Kara veba, Tifüs, Su çiçeği, Domuz gribi, Kolera Vs. gibi salgın hastalıkların dünyamızdan Yüz milyonlarca insanı koparıp götürdüğünü görürüz. Adeta zamanlarının neslini azaltmışlar veya dünya nüfusunu kaba bir deyimle dengelemişler de diyebiliriz.!

Tarihin kaydettiği mikrobik hastalıkları Kronolojik olarak zikredebileceğimiz salgınlar, tarih boyu olagelmiştir. Salgınlardan dolayı meydana gelmiş insan kayıplarının sayısına baktığımızda, günümüzde olan kayıplarla tarihteki kayıplar kıyas dahi kabul etmezler. Tarihteki mikropların sebebiyet verdiği hastalık kayıpları; şehirlerin, ülkelerin ve kıtaların neredeyse %50 sini alıp götürmüş.

O halde yılgınlık göstermeden ve hükümetimizin talimatlarına harfiyen uyarak, Koronavirüsle mücadeleye milletçe daha bir cesaret ve daha bir azimle devam etmeliyiz. Bizlerden istenen; 65 yaş üzerinde olanların evlerinden çıkmaması, 65 yaş altı insanlarımızın da toplu halde dolaşmamaları ve maskeli dolaşmaya riayet etmeleridir.

Milâttan sonra 165-180 yıllarında Roma İmparatorluğunu kasıp kavuran Anteninus vebası günde 2 bin kişiyi öldürüyordu. Salgın Roma imparatoru Lucius Verus’la beraber, Roma imparatorluğunun toplam nüfusunun %30 unu alıp götürmüştü. Zalim Roma Afrika’nın mazlumlarını arenalarda aslanlara yem ederken, kendilerinin de vebaya yem olduklarının farkına varamamışlardı! (Tıpkı bugün İtalyanların Afrikalı mazlum mültecileri Akdenizde ölüme tarkettikleri gibi.!)

Milâttan sonra 541 yılında ortaya çıkan Jüstinyen vebası ise kısa zamanda Avrupa’dan Mısıra, oradan Filistin ve Suriye’ye, oradan da Anadoluya ulaştı. Kostantinopolis (daha sonra İstanbul) nüfusunun %40 Jüstinyen vebasından yok oldu. 1346- 1353 yılları arasında ortaya çıkan Kara Veba salgını ise Avrupa kıtasında 200 Milyona yakın insanın ölümüne sebebiyet vermişti. Bu salgınla Avrupa kıtası, nüfusunun yaklaşık %60 nı kaybetti.

15. Yüzyılda ise sahneye bu defa Su Çiçeği’nin çıktığını gördü dünyamız. Yenidünya denilen Amerika’ya Su çiçeği mikrobunu Avrupa’lılar taşıdı ve kıtanın yerlilerine bulaştırarak, yerli nüfusun %90 nını bu mikropla öldürdüler. Kalan %10 kadar yerli Kızılderililerde sığır çobanı kovboyların av partileriyle yok edildi. (İtalyanlar ve İspanyollar işgal ve katliamların öncüleriydi)

16.Yüzyılda Cocolitzli isimli bir salgın mikropla tanıştı dünyamız. Birkaç mikrobun aynı dönemde ortaya çıkmasıyla yayılan bu salgın Meksika’da 15 Milyon insanın can vermesine sebebiyet verdi. Bu salgınla Maya uygarlığı tarihten silinirken, Venezuela’dan Kanada’ya kadar milyonlarca can aldı.

1855-1859 yıllarında Çin’de başlayarak tüm dünyaya yayılan Jüstinyan Vebası sadece Çin ve Hindistan’da 12 Milyon insanın ölümüne yol açtı. 1914-1918 yıllarına gelindiğinde ise sahneye bu defa Tifüs salgınının çıktığını görüyoruz. Tifüs kısa zamanda Asya ve Avrupa kıtalarında 25 Milyon insana bulaştı. Hastaların hemen hemen yarısı öldü. Sadece Rusya’da 3 Milyon insan hayatını kaybetti.

1.Dünya savaşını müteakiben ortaya çıkan İspanyol Gribi, kısa zamanda 100 Milyona yakın insanın ölüme sebebiyet verdi. Bu sayı 1. Ve 2. Dünya savaşında ölen insan sayısının kat kat fazlasıdır. 1957 yılında ise yine Çin’de başlayan Asya gribinin mutasyona uğrayarak yayılmasıyla 4 Milyon insanın öldüğü görülür. Maymunlardan insana geçtiği anlaşılan HİV mikrobunun ilk belirtileri 1959 yılında Kongo’da ortaya çıkar, fakat 1980 yılında ancak teşhis konulabildiği için 36 Milyon insanın hayatına malolur. HİV (AİDS) in kesin tedavisi henüz bulunamadı. 2013-2016 yıllarında Afrika’da meydana çıkan Ebola salgınından ise 12 Milyona yakın insanın hayatını kaybettiği biliniyor.

2019-2020 yılında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Koronavirüs ise, 5 ay gibi kısa bir zaman diliminde tüm kıtalara yayıldı. Koronavirüs’e karşı aşı çalışmaları henüz tamamlanamamasına rağmen Tıp dünyası çalışmalarını aralıksız devam ettiriyor.

Terör olaylarında, Emperyalistlerin desteklediği savaşlarda ve biyolojik silâh intibaı uyandıran kitlesel hastalıklarla da, hayatını kaybedenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İster istemez aklımıza ilk gelen; kıtalararası biyolojik savaşlar başladı da bizim mi haberimiz yok. Veya kitlesel ölümlerle birileri dünya nüfusunu mu dengeliyor?.