Baştan belirteyim, sıkıcı bir Ramazan yazısı değil. Sonunda günlük hayatınızda kullanabileceğiniz bir malzeme çıkabilir. Ancak, konuyu zihinlere daha iyi yaklaştırabilmek için farklı bir pencereden de bakmak gerektiğine vurgu yapmak için bu girişi de okumanız gerekiyor.
Ramazanlar, kişisel ve sosyal hayatımızda farklı ritüelleriyle (gelenek anlamında kullandım) yer eder. Herkes, içinde en çok huzur bulduğu dönemlere özlemini, “Nerede o eski Ramazanlar…” ifadesiyle dile getirir. Sosyal boyutu da genellikle, “Mahallemizden maniler söyleyerek geçen davulcular…”, büyük kentlerde, “Zenginlerin konaklarında iftar sofraları…” gibi hatıralarla anlatılır. 
Şu gerçeği kabul edelim; İftar ve sahur sofralarını öylesine hatırlanır kılan duygu, en sevdiklerimizin yanımızda olması değil miydi? 
Sokaktan geçen davulcuları tanımasak da, çocuk zihnimizde tasavvur ettiğimiz halleri değil miydi?
Birine bile katılmasak da, zenginlerin konaklarındaki iftar sofralarını anlatanların yine henüz dünyamızdan ayrılmayan büyüklerimiz olduğu için dilimize dolamıyor muyuz?
Daha onlarca gelenek… 
Pek çoğunu hayatımızın geçmiş zamanlarında kaldığı için, “mitolojik” bir hazla anlatıyoruz.
Bütün harika şeylerin geçmişte kaldığı düşüncesi biraz da orta yaşı geçtiğinizin kanıtıdır. Ancak bu düşüncenin aynı zamanda içinde yaşadığınız dönemden memnuniyetsizliğinizin itirafı olduğunu da kabul etmeliyiz. 

GEÇMİŞ - BUGÜN ÇATIŞMASI 

Her çağ, bir öncekine göre, “Modern zamanlar” diye tanımlanır. 
Pek de kabul görür, “Modernite” ifadesi. Bugünü, geçmişten ayıran, biraz da içinde yaşanılan zamana üstünlük atfedilen bir kavram olarak kullanılır. Sanki bizden önce yaşamış ve göç etmiş olanlara karşı sonradan dünyaya gelmenin üstünlüğü varmış gibi nitelendirilir. 
İnsanlık tarihi boyunca da dünle bugün arasında çatışma olmuştur. 
Olumlu anlam ve içerik de hep yeniye yüklenmiştir. 
Yeni nesil buna kanıt olarak da, ilerleme ve gelişmenin modern dönemin eseri olduğunu dayanak gösterir.
Montaigne, “Modernler, antiklerden daha gelişmiş olabilir ama bu açıdan övünmeleri gerekmez. Çünkü oldukları yere gelmek için kahramanca bir şey yapmamışlardır” der. 
Hayat biraz kahramanlık ister kişilerden. Elde kılıçla cenk etmek, topla tüfekle savaşmak değil bu. Herkes kendi hayatının kahramanıdır. Tabii başkasına yük olmadan, başkasına yararlı işler yaparak…
Burada eskiyle yeniyi kıyaslayıp birine üstünlük vermek değil amacım. Yaşadığınız çağın ruhuna uygun işler yaparsanız en azından kendinizin kahramanısınızdır. 
Modern görüntü verip içinde huzursuz bir yaşam sürmek mi, eskinin tahayyülü içinde huzur bulmak mı? 
Çelişkili olduğu kadar yararsız bir soru… Ancak, insan gerçeği içinde yerini bulan bir soru ve yanıtı da doğru ve anlamlı biçimde verilememiştir.  

MODERNİTE VE İSLAM GELENEKLERİ

Üniversite yıllarında Martin Lings’in, “Antik inançlar modern hurafeler” kitabını sırf ilginç adından dolayı okumuştum. İçeriği de kapağı kadar ilginçti.
Günümüz insanının yüzünü her şeyin modern dünyanın taleplerine çevirdiği mistisizmin ağır hastalığına yakalandığı görüşünü öne sürüyor yazar. Şöyle tamamlıyor tezini: Yanlışın, acının, hastalığın ve cehaletin yer aldığı bütün zamanlarda hep kötülükler ve hurafeler araya durmuştur. Bu bakış açısının insanlara içinde yaşadıkları dünyanın önyargılarının verdiği cinneti doğal gösteriyor… 
Modern dünyanın akıl yapısı belirsizliklerle örülü demeye getiriyor.
Böyle bir dünyanın içinde Ramazan geleneklerini ne ölçüde sahici yaşayacağız. Görüntü tamam diyelim, peki içerik. Ruh ne halde?
Herkes bu görüntüden farklı anlam ve sonuç çıkarıyor. Kendi anlamlandırdığı dünyanın bilgisine göre bir sonuç. Ramazan ayının ihtişamlı görüntüsüne denk düşmeyen bir ruh hali içinde olduğumuz kuşkusu derinleşiyor.
Bütün büyük dinler gibi İslam da, modern zamanda bir sınav veriyor.
Müslüman toplum hayatının hiçbir alanı, modern dünyanın gücünden etkilenmekten uzak kalamıyor. 
Modernite, her inanç ve fikre olduğu gibi İslam üzerinde de teknoloji, ekonomi, sosyal düzen alanlarında etkili. Bu etkinin zamanla düşünce ve yaşam stilleriyle sürdüğü bir gerçek.  
Bu akıl karıştırıcı konu içindeki yerimiz Ramazan olduğuna göre, şu gerçekleri ihmal etmemek gerekir.
Ramazan ayına Selman-ı Farisi’den nakledilen, “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluştur” hadisinden ibaret zannedenler dikkat edin.
Bu hadisin, retorik açıdan uyaklı kısmı seçilmiştir. Uzunca hikayesi olan bu hadis içinde en zayıf halkası da burasıdır. 
Ramazan ayına kadar Allah adına iyilik yapmamış, sabır göstermemiş, insanlara öfke ve kinle muamele etmiş, elinden geldiğince başkasına zarar vermiş, hak hukuk aklından geçmemiş, haramı helali bilmemiş, tanıdığı tanımadığı herkesin gıybetini yapmış, çalışmamış, tembelliği meziyet saymış kişiler için rahmet, mağfiret ne ifade eder? Cehennem, içinde yaşadığı şey değil mi? Korkar mı bu insanlar?
O halde Ramazan, hoş sesli hafızların okuduğu Kur’an-ı Kerim’in cezbesiyle camide teslim olup, dış avludan şeytanla kol kola yürüyenlerin ayı değildir. Her daim Allah dostlarıyla hayat yollarında kol kola olmaktır. Müslümanlığı bir aya hapsetmek değildir. Gösteriş hiç değildir.
Gelenekler kimi zaman, hayatın değiştiğine göz yummak, gelişmeye direnmektir. 
Bazı gelenekleri, “Ramazan”dandır diye körü körüne yüklenmeyelim. Oruç tutmanın asıl faziletini unutturup Allah ile kul arasına set çeken icatları da dindendir diye gelecek nesillere miras bırakmayalım.
Modern zamanlarda hakiki Müslüman kalmak her şeyin faili Allah’ı unutmamaktır. 
Ramazan ayınızı tebrik ederim.