NEDİMLER, ŞAİRLER, MUTRIPLAR..

Ona "Tarihçilerin Kutbu" deniliyor. Zihinlerimiz "tarih" kelimesini onun adıyla çağrıştırıyor, şöhreti dünyayı dolaşıyor. Osmanlı söz konusu olunca dünya tarihçiliği ona müracaat ediyor.

Çünkü kendisi pek çok yanlışı düzeltmiş, pek çok kitap yazmış bir bilim adamı. Neredeyse üç çeyrek asırdır tarih koridorlarının en bilindik siması. Halil İnalcık.

Ülkemizdeki tarih eğitimi her ne kadar tersini gösterse de tarih, yalnızca bir kronoloji bilgisi değildir; yalnızca zaferler ve yenilgiler, doğumlar ve ölümler sıralaması değildir. Tarihin ana başlıklarını oluşturan olayların gerisinde bir "insan" vardır ve o insanın sosyolojik, psikolojik, ekonomik veya politik bir duruşu, hayata yönelik arzuları, sevinçleri, hüzün veya inkisarları olur. Tıpkı şimdiki gibi... Tarih aktıkça değişenler yalnızca kıyafetlerdir; insan her daim aynı insandır. Yani ki tarih, insan figürüyle birlikte, insanın üretip bıraktıklarıyla (medeniyet, kültür, sanat, edebiyat, mimari, musıki vb.) birlikte ele alınmak ve artık öyle değerlendirilmek durumundadır.

Halil İnalcık Hoca'nın tarihe şiir ve şair cephesinden bakan ilk çalışmasını 2003 yılında okumuştuk: Adı "Şair ve Patron" idi. Bu yılın başında ise "Has-bağçede 'Ayş u Tarab" yayınlandı. Adından anlaşılacağı gibi bu kitap tarihin satır aralarında dolaşıyor ve hükümdarların eğlence meclislerine şahitlik ediyor. Kitabın alt başlığını okuduğunuzda ise tarihin tam da merkezindeki insanı buluyorsunuz: "Nedimler, Şairler, Mutribler." Bir sultan meclisinin olmazsa olmazı bunlar... Nedimler, bezmin işretini hazır edecek ama orada dimağları şairler ve mutrıplar (müzisyenler) mest edecektir.

Bizde tarih algısı nedense ifrat ile tefrit arasında gider, gelir. Bazıları atalarımıza "Orta Asya'dan gelmiş kara bıyıklı (göbeğini kaşıyan) savaşçılar" gözüyle bakarken diğerleri "Dünyaya hükmeden büyük bir medeniyetin asil temsilcileri" der. Her ikisi de diğerine inat bunu söyler. Biri göklere çıkarmak isterken diğeri yerin dibine batırır. Birinciler bunun için harem havuzunda(!) kadınlarla eğlenen bir padişah portresi çizerken ikinciler ordularının önünde keramet gösteren bir sultanı anlatırlar. Oysa üzüm bağından geçerken kopardığı salkımın karşılığını bir kese içinde asma dalına bağlayıp giden adam da, İstanbul'da isyan çıkınca paşa konaklarını basıp ırz ve namusa el uzatan da aynı yeniçeriydi. "Has-bağçede 'Ayş u Tarab" kitabında Osmanlı'nın işret meclisleri anlatılıyor. Hocamız bu tür meclislerin tarihsel gelişimi, buralardaki eğlence şekilleri, şiirin ve musikînin durduğu yer, hangi dönemlerde ve hangi padişahlar tarafından meclislere revaç verildiği gibi konuları detaylarıyla ele almış. Bir kısmını Türk Edebiyatı Tarihi'nde (KTB İstanbul 2006) okuduğumuz bu bilgilerin genişletilip görsel malzemeyle de desteklenmesi fevkalade yararlı olmuştur. Başlangıçta İran saraylarına (daha evvel Pers geleneği) benzetilerek kurumlaşan bu tür meclislerde ne zaman şiir ve musikî şaraba meze yapılmış, ne zaman şarap şiire veya musikîye meze olmuş, din adamlarının bu konulardaki cevaz veya yasakları ile o yasaklara itibar etmeyenlerin kurdukları meclisler, bu meclislerde anlatılan hikâyeler, latifeler ve fıkralar, sosyal tarihin genel görüntüsü ve mercek altına alınmış biçimi vs. Halil Hoca'nın güçlü kalemiyle yegan yegan incelenmiş. Bir işret adabının ne olduğu, sakilerde bulunması gereken özellikler, mecliste kaçınılacak davranışlar, çalgıcı ve hanendeler, nedimler ve şairler... Sultanın resmiyet dışındaki hususi hayatı ve bürokratlar dışında kalan dostlarıyla eğlencesi. Çok defa bir çiçek bahçesinde, havuzlar ve fevvarelerin kenarında, saz çalıp şarkı söyleyen usta sanatçıların seslerinin bülbül seslerine karıştığı bir ortamda, şaka ve sitemlerin bile şiir formatında dile geldiği bir yüksek mecliste birkaç saatlik meserret ve tenezzüh. Doğrusu bütün günlerini devlet meseleleriyle dolduran eski sultanların bir ihtiyacı, bir tür levazım-ı saltanat (hükümdarlık gereği). Osmanlı sarayından evvel Timurî, İran, Emevi ve Abbasi saraylarına uzanan bir gelenek. Allah'a dua ve Hz. Peygamber'e salat u selam ile başlanıp tövbe ile son bulan bir süreç. Çünkü insan zayıftır, günah işler; ama Allah Gaffâru'z-zünûb'dur (Günahları çok bağışlayan). İşte o meclislerdeki şarap da tam bu iki tavır arasında durur: Dua ile af arasında... Bazı sultanlar emre riayet gösterip ıyş u işretten uzak durmuş, bazıları içip af dilemiş. Velhasıl bezm-i işret Osmanlı sosyo-kültürel tarihinin bir parçası olmuş. Halil İnalcık Hoca da son kitabında bu bezmin adisyonunu çıkarmış Osmanlı'dan bu yana, fatura kime yazılmıştır, onu Allah bilir...

(Has-bağçede 'Ayş u Tarab: Nedimler, Şairler, Mutribler, İş Bankası Kültür Yayınları, Ocak 2011, 328 s. Fiatı: 140 TL)