SADIÇ...

kapımıza geldiğinde minnacık bir yavruydu.

Tüyleri tenine yapışmış, gözleri enfeksiyondan kapalıydı.

İlk gördüğümde "yaşamaz bu" demiştim, ama eldiveni giyip temizlemiştim her yerini.

Bir kaç gün sonra tüyleri normale döndü.

Gözlerinden birini uzunca süren tedavi sonrası kurtarabilirken şükürler olsun Allah'a dedik.

Çok uysal bir kediydi.

Cemiyete gelen her insana 'beni kurtardınız' diyerek minnet duyuyordu adeta.

İki yıla yaklaşan süredir bizimleydi.

İşler-güçler derken 3-5 gün gidememiştim Cemiyete.

Geldiğimde bunun mama yemediğini görünce "hadi barınağa gönderelim de, baksınlar neyi var, yok" diye düşündüm.

(keşke düşünmeseymişim pişmanlığını yaşamıyor değilim..)

Karesi Belediyesinin gelen ekibine, "geri alacağım" notu düşerek kendi ellerimle verdim Sadıç'ı...

Kendi ellerimle deyişim şundan;

Genelde kediler bu ekipleri gördüğünde çil yavrusu gibi dağılırlar. Patilerinin üzerine basamayacak kadar hasta bile olsalar inanılmaz bir refleks ile kaçıp saklanırlar, barınaktan gelenler ortadan kayboluncaya kadar..

Nedendir bu bilmiyorum, lâkin her defasında aynı sahneleri yaşıyorum. Kötü şeyler olacağını hissediyor sanki kediler!

Sadıç da aynı şekilde kaçmaya çalıştı o gün.

Güvendiği için bana kucağıma alıp Karesi'nin ekibine verdim bunu veteriner bir baksın diye...

Onlar da "takipli" diyerek teslim etmişler Ovaköy'deki barınağa...

......

Sonrasını Tarık Sürmelioğlu yazmış...

Hadi birlikte okuyalım:

***

BELEDİYELERİN sokak hayvanlarının bakım ve tedavileri için kurduğu barınaklarda, hayvan sevgisinden yoksunluğu yüzüne vuran adamları çalıştırmayacaksın arkadaş!

Öyle olunca, dünyanın parasını harcayıp kurduğun barınak bir nevi esir kampına dönüşüyor.

Veterinerinden temizlik işçisine kadar, kamu personeli mantığına dönerse iş.. Şefkat, sevgi, koruma, sahip çıkma gibi insana özgü hasletler ortadan kalkıyor.

Rutine biniyor yani.

***

BİZİM Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Müzesi’ni bilirsiniz.

Bahçesinde onlarca kedi barınır.

BGC Başkanı Ramazan Demir elleriyle besler onları yıllardır.

Sağlıklarıyla tek tek ilgilenir.

Gözü gibi bakar kedilere.

Hepsinin bir ismi vardır.

Cemiyet’in kedileri, başka kedileri sokmaz içeriye.

Cemiyet’in kedileri, az çok eğitimlidir; hadlerini bilirler.. Birbirlerini kollarlar aynı zamanda.

Anaları ölmüş yavruları, yeni doğum yapan bir dişi kedi emzirir meselâ.

***

HAYVAN sevgisiyle pek tanışmamış olanlar, Ramazan Demir’in o halini görünce “kafayı bozmuş” diyebilir.

Oysa sokak hayvanlarıyla haşır neşir, onlar için bir şeyler yapmak, sahip çıkmak, beslemek, sevmek insani bir erdemdir.

***

BAZEN biz de gider severiz onları.

Geçen yıl annelerinin ilgi göstermediği iki kedi yavrusunu sahiplenmiştik.

Cemiyet’in bahçesinden alıp eve götürdük.

Şimdi kocaman oldular.. Ailenin fertleri.

Beraber yiyoruz, beraber uyuyoruz, birbirimizi çok iyi anlıyoruz.

Biz hasta oluyoruz da onlar hep sağlıklı mı?

Cemiyet’ten aldığımız erkek kedinin bir gözü iltihaplıydı.. Mikrobik olduğunu düşündük, veterinerlerin yazdığı ilaçları verdik, damlalar falan. Sonra anladık ki iltihap gözde değil; kulak içinde kocaman bir tümör oluşmuş. Tümör gitgide büyüdü, kulağından dışarıya fırladı. İlaçlar kâr etmedi.

Bizim Üniversite’nin Veteriner Fakültesi’nde ameliyat oldu.

Birkaç hafta sonra yine nüksetti. Kedicik gitti gidecek, o derece.

Bu kez Uludağ Üniversitesi’nin hayvan hastanesine götürdük.. Tetkikler yapıldı, ameliyata karar verildi.

Pandeminin yeni başladığı günlerdi; üç dört kez Bursa’ya gittik geldik.

Kedi için gittiğimizi duyanlar dalga geçiyordu!

Ameliyat sonrası ilaç tedavisiyle devam ettik; bizim kedicik sağlığına kavuştu.

Sokakta yaşarken başına gelseydi bunlar, çoktan ölmüş olacaktı.

Şimdi kocaman bir şey.. Evin neşesi.

Kedi dediğin uslu uslu oturmaz; hareket halindedir. Bizimki birkaç hafta önce açık pencereye çıkmış, klima motorunun üstüne tüneyip kuşları seyrederken aşağıya düşmüş.

Üst dişi kırık, kafa yarık, sağ arka bacağı kalçadan çıkık. Canı yanıyor, olayın şokunda; tir tir titriyor.

Yine veteriner, yine ameliyat.

Şimdi iyi.

Paşa” diyorum; “kediler dokuz canlı olur, senin dört canın gitti…

Geriye kaldı beş can; hesaplı kullan yani…

Üç kez ameliyat, bir kısırlaştırma operasyonu.. Paşacık henüz bir yaşında, dört kere narkozlandı!

***

DÖRDÜNCÜ kat penceresinden aşağı düştüğünde.. Uzun arayışlardan sonra binanın bodrumunda şoka girmiş halde bulduğumda bir ağlama, bir gözyaşı seli… Nicedir ağlamamışım; vicdan kuruması değil tabi, ağlamaya değecek bir şey olmamış demek ki; Allah ağlatmasın zaten.

***

CEMİYET’in bahçesindeki kediler dönem dönem kısırlaştırmaya gidiyor. Büyükşehir’in barınak yetkililerini arıyoruz, gelip alıyorlar, operasyondan sonra geri getiriyorlar.

Bazen de hastalanıyorlar.

Ramazan Demir, yemeden içmeden kesilen üç kediyi Ovaköy’deki barınağa götürüyor.

Tedavileri için teslim ediyor.

Birkaç gün sonra barınağa gidiyoruz; tedavileri bittiyse geri alalım.

Barınağa ilk kez gidiyorum; sokak hayvanlarının tedavileri, bakımları ve barınmaları için gerekli düzen sağlanmış. Büyükşehir, belediyeciliğin sokakta yaşayan canlar için de bir şeyler yapma zorunluluğundan hareketle barınağı kurmuş, araç gereç, ekipmanı sağlamış.

Gerisi, orada görev yapanların sorumluluğu.

Barınağa ne güzel çevre düzeni de yapılmış; ağaçlar, yeşillik, çimlendirme falan.

Ne ki, yapıldığıyla kalmış. O yeşil dokunun sahipsizliğini bakan gözler görmüyor.

Gören göz lazım!

***

RAMAZAN Demir’le, kediler için ayrılan bölümde Cemiyet’in kedilerini arıyoruz.

Uzun arayışlardan sonra bir tanesini barınaktaki kafeslerin içinde buluyoruz.

Diğerleri yok!

Cuma öğleden önce gittiğimizde, “öğle paydosu, millet cumaya gitti; sonra gelin” dediler.

Oradaki görevlinin ilgisizliği canımızı sıktı.

Ziyaretçilere “ne işiniz var burada” der gibi bakan görevlinin, kafeslere kapatılan kedi köpeğe şefkatle yaklaşma ihtimalinin milyonda kaç olduğunu sorguluyoruz!

Söylene söylene oradan ayrılıyoruz. Öğleden sonra yeniden gidiyoruz.

İdari binanın önünde çay sigara muhabbeti yapan görevliler ve birkaç hayvansever.. Kendi aralarında konuşuyorlar. Bize, “buyrun, ne istediniz, niçin geldiniz” diye soran yok.

Adeta yokmuşuz gibi davranıyorlar.

Veteriner bir arkadaş, akıbetini sorduğumuz kedilerle ilgili net bir şey söyleyemiyor.. Zaten konuşurken yüzümüze de bakmıyor.

Önce kedilerin bulunduğu yerde olduklarını söyledi.

Sonra, “sahiplenilmiştir o zaman” dedi.

Sahipli kedi nasıl sahiplendiriliyor?

Ardından, “gözünde enfeksiyon vardı, virüs kapmış…

Ulen bizim kedinin bir gözü yoktu zaten; olmayan göz nasıl enfeksiyon kapsın?

Kedinin adı Sağdıç.. Uysal, cana yakın, kendini sevdirmekten hoşlanan, sevimli bir kedicik.

Cep telefonumdan kedinin fotoğrafını gösterdim arkadaşa…

Bu kez demez mi, “haa o mu; öldü o öldü!..

Kayıt kuyut yok tabi; öldüyse, ölüm kaydı falan.. Öldü madem, at çöpe!

Arkadaş elindeki telefonla oynamaya başladı; sonra arkasını dönüp gitti.

Götürülenlerden geriye bir tanesi kalmış; onu aldık getirdik Cemiyet’e.

Ramazan isim koymamış henüz ona; “senin adın Şanslı olsun” dedi.

Şans eseri yaşıyor zira…

***

GÖZÜMÜZ bundan sonra barınağa odaklanacak.

Toplanıp götürülen, kafeslere kapatılan, görevlilerin canı ne zaman isterse o zaman mamaları verilen, hayvan sevgisinden uzak, sadece görevi o olduğu için barınakta bir şeyler yapıyormuş gibi görünen arkadaşları, bizim Cemiyet’in bahçesinde uygulamalı meslek içi eğitime tabi tutmak lazım.

Sokak canları için çırpınan Cemiyet Başkanı Ramazan Demir ve gazeteci arkadaşımız Hilmi Duyar’ın o kedilerin barınması, bakımı, korunması, sağlığı için sergiledikleri insanüstü çabayı görmeleri lazım