Uzaktaki kardeşim!

Dünyada çok acı var...

Her geçen gün bu acıların yanından, yöresinden, ırağından ve kimi zaman da ta içinden geçiyoruz. İnsan eliyle, insan diliyle ve insan marifetiyle dünya günbegün yaşanmaz hâle geliyor ve bu acılar derinleşiyor. Ve ne yazık ki bu acıların yekûnu da Müslümanların adresine postalanmış ve etiketlenmiş gibi.

Türk ve İslam âleminde kan ve gözyaşı hiç bitmedi.

Öyle görünüyor ki hiç bitmeyecek de. Çünkü kardeşlik hukukunu kaybettik, kardeş olduğumuzu ve aynı peygamberin ümmeti olduğumuzu unuttuk. Dünyevi olan geçici nesnelerin bağımlısı, zihinlerimize vurulan prangaların kölesi ve esiri olduk. Bizi biz yapan, kardeş yapan bütün güzel hasletleri unuttuk.

Filistin’de cami avlularında öldürülen masum insanlar da Suriye’de evlerinden sürülen mülteciler de Doğu Türkistan’da canevinden vurulan, ocakları sönen mazlumlar da bizim kardeşimiz. Onların ahı, kalbimize ulaşmıyorsa, bizim yardım elimiz onlara uzanmıyorsa, bu denklemin müsebbibi biziz!

Ünlü Kazak şair Mağcan Cumabayev’in “Alıstagı Bavrıma” yani “Uzaktaki Kardeşime” adında çok ünlü bir şiiri vardır. Mağcan, bu şiiri Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’deki kardeşlerine ithafen yazmıştır. Peki Mağcan kimdir? 1893 yılında Kuzey Kazakistan’daki Kızılcar şehrine bağlı bir köyde doğmuştur. Çala Kazak Medresesinde okuyan Cumabayev, daha sonra Başkurdistan’ın başkenti Ufa’ya giderek Galiya Medresesinde okudu. Galiya Medresesi devrin İslam ilimlerinin okutulduğu önemli bir merkezdi.

Öğretmenlik yıllarında Kazak Türklerinin Rus egemenliğinden çıkması için mücadele veren ve liderliğini Alihan Bökeyhan'ın yaptığı milliyetçi Alaş Orda Partisinde siyaset yapmaya başladı. İşte bu yıllarda Türkiye’de de Kurtuluş Savaşı mücadelesi veriliyordu. Mağcan, Türkiye’deki kardeşlerine duygularını “Uzaktaki Kardeşime” adlı şiiriyle şöyle duyuracaktı:

“Uzakta ağır azap çeken kardeşim!

Solmuş lâleler gibi kuruyan kardeşim

Etrafını sarmış düşman ortasında

Göl gibi gözyaşı döken kardeşim!

…..

Altay'ın altın günü nazlanarak

Gelende, sen pars gibi bir er olarak,

Akdeniz, Karadeniz ötelerine

Kardeşim, gittin beni bırakarak!”

Mağcan, ayrılığın ve gayrılığın kardeşlerin gücünü nasıl zayıflattığını uzun uzun anlatır ve sık sık geçmişe, ortak tarihî ve kültürel bağlara vurgu yapar. Bu ayrılığın nasıl da acılar getirdiğini anlatır. “Kardeşim, sen o yandan ben bu yandan/kaygıdan kan yutuyoruz” diyerek bu dağınıklığın nasıl da büyük yıkımlara sebep olduğunu ifade eder...

İşte bugün de bizler aynı duyguların içindeyiz. Gerçekten de Filistin ve Doğu Türkistan’daki acılardan dolayı kaygıdan kan yutuyoruz, gözyaşları döküyoruz… Filistin, Suriye, Lübnan, Ürdün vs. Osmanlıdan ayrılmasaydı, kopmasaydı, koparılmasaydı ve Osmanlı yıkılmasaydı bu acılar yaşanır mıydı? Türkistan bölünmeseydi, senlik benlik davası güdülmeseydi, Uygur Türkleri hürriyetlerini yitirmeseydi…

Hasılıkelam, son yüzyılda elin adamı hiçten büyüdü devlet oldu, biz imparatorluklar idik paramparça olduk. Ve büyük Mağcan’ın deyişiyle her bir kardeşimiz, uzakta, çok uzakta ağır azaplara düçar oldu...

Dünyada nerede acı çeken bir Türk ve Müslüman varsa gözü hâlâ bizim ülkemizde, bizde! Biz onların gözünde hâlâ Osmanlıyız hâlâ Türk İmparatorluğuyuz…

Hasılı birbirimize uzaktaki kardeş olmayalım!