Orhan Veli’nin küçücük şiirini hatırlayın önce; nasıl da güzeldir:

“Gemlik’e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma.”

Bilen şaşırmıyor ama bizim adliye koridorlarında eğer yargıyı görürseniz gerçekten şaşırabilirsiniz.

N’olur n’olmaz, biz uyaralım da!

Evet bugünün ana kelimesi “şaş.”

Şaşmaktan emir kipi: Şaş!

Gözleriniz şaşırırsa olursunuz şaşı.

Türkiye’de her gün yaşanılagelen sayısız olaya şaşırmamanız olanak dışı.

Karnınız acıktıysa hem çorbası var hem yemeği, onun da adı: Şaştım Aşı.

Şaşkınız.

Yargının “anlaşıl/a/mayan” hallerine bir tuhafız.

İki haber; tesadüf veya sayfa editörünün özel ilişkilendirmesi nedeniyle yanyana çıktı gazetede.

Şaşırtmaya devam ediyor yargı.

Birinci haber; bir bakanımızın bir muhalefet liderine söylediği sözler ile ilgili.

Hangi bakan olduğu, hangi muhalefet lideri olduğu önemli değil; çünkü haberin içeriğine konu edilen olay, korktuğumuz gibi bakana veya muhalefet liderine özgülenmiş bir kararı ifade ediyorsa o zaman zaten şaşı falan değildir yargı, ruhuna Fatiha okumamızın zamanıdır.

Evet bir bakan, muhalefet liderlerinden birine “şerefsiz, alçak, çirkef, düzenbaz, sahtekar” demişse de bu sözler “eleştiri” sınırları içinde sayılmış ve savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş.

Mağdur taraf, savcılığın bu kararına itiraz eder mi, bu kendi takdirleri kuşkusuz ama.

Söylenen bu kelimeler nasıl “eleştiri” sınırlarında kabul görmüş bunu anlamak mümkün değil.

O zaman genelleme mi yapacağız?..

Herkes birbirine şerefsiz, alçak, çirkef, sahtekar diyebilir mi?..

Ne yani, eğer şüpheli ile mağdurun yukarıda da değindiğimiz gibi taşıdıkları sıfat önemli değilse, diyebilirler öyle mi?..

Madem “takipsizlik” çıkacak bu kelimelere…

Herkes birbirine şerefsiz deme hakkına sahip o zaman.

Ne engin hoşgörü!… Ne de güzel bakış açısı!

Keşke bu eleştiri sınırını her daim böyle kullansalar savcılarımız da özellikle basın alanında, ifade hürriyeti anlamında, gerçekten sert eleştiri gerektiren hallerde Türkiye’nin AİHM başta olmak üzere başı ağrımasa.

Birinci haberin yanındaki diğer ikinci habere gelecek olursak:

Tartıştığı kişiyi defalarca bıçaklayan simitçi ilk celsede tahliye edilmiş.

Görüntülere bakıyorsunuz dehşet.

Sokak ortasında, insanların arasında…

Sanık, ilk duruşmada tahliye edilmiş.

“Adli kontrol” dahi verilmemiş.

Ve mahkeme enfes gerekçesini sunmuş tahliye ile beraber: “Tutukluluğun devamı ölçüsüz olur.”

Demek ki ölçüsüzlük diye bir kavram varmış…

Hatırlanmış.

Hatırlanmaz çünkü böyle kavramlar.

Tahliye kararı verilmesi elzem olanlarda hatırlanmaz.

Ama adam kesene tahliye verilebilir.

Genelkurmay başkanı tutuklanır, hatırlanmaz.

Kanserden ölüm döşeğinde olan nice isim tutuklanır hatırlanmaz.

Bıçakla kurbanlık keser gibi caddeye yatırıp bıçakladığın adamda hatırlanır…

Normaldir.

Şaşkındır yargı.

Kararnameleri takip edebiliyor musunuz, habire atama haberleri çıkıyor.

Stajlarını bitiren yeni adaylar, hakim ve savcılığa adım atıyorlar ve siz onları şak diye İstanbul’un merkezine, Ankara’ya, Balıkesir’e, İzmir’e gönderiyorsunuz..

İş yükü çok, deneyim yok, sudan çıkmış balık halinde çoğu.

Ne yapacaklar, nasıl davranacaklar hukukun oynaklığı onlara da yansıyor tabii..

Şaşırmamak mümkün değil.

Bir şaşkınlık halidir gidiyor.

Olmaması gerekenler oluyor.

Olması gerekenler olmuyor.

Şerefsiz diye diye adam bıçaklasan da rahatsın öyle mi, e öyle diyor işte yargı!

Şerefsiz kelimesini hakaret sayma, adamı bıçaklasan da defalarca, ölçüsüz tutuklama olmaz diye rahat ol.

Ne diyelim?

Neresinden tutalım?..

Nasıl edelim?

Nerelere gidelim?