Bizler kutsal olduğu kadar lugatımızda karşılığının ne anlama geldiğini bilemediğimiz ilginç bir meslek dalının mensuplarıyız.
İlginç diyorum çünkü;
Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabiliyoruz.
Neden mi?
Haber yapıyoruz, kenti, ülkeyi ilgilendiren konular üzerine yorumlar yapıyoruz.
Okuyup memnun olanlar gülümseyip geçiyor.
Memnun olmayanlar dişlerini gıcırdatıyor, yumruklarını sıkıyor.
Kamu yararına olmayan bir konuyu eleştiriyoruz, eleştirilen kin biliyor.
Eleştirdiğimiz kişi, kuruluş veya siyasi partinin karşıtı “helal olsun” diyor.
Gün geliyor “helal olsun” diyen kişiyi eleştiriyor veya çıkarlarına ters düşen yayın yapıp tekerine çomak sokuyoruz. Bu kez de o diş bileyip kin, nefret kusuyor.
Alıyor eline kağıt kalemi, soluğu Cumhuriyet Savcılığı’nda alıyor.
Gazetecilerle ilgili Savcılıklara verdikleri şikayet dilekçelerinde yazılanları bir görüp okusanız var ya, gazeteciyi eli kalem tutan biri olarak değil de, karşısına çıkanı vurup kıran döken parçalayan gladyatör sanırsınız!
Anlayacağınız ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabiliyor biz gazeteciler.
***
Aslında ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak gibi derdi olmadığını sanıyorum gazetecilerin. En azından benim öyle bir kaygım yok.
Yüreğimin, aklımın, bilgimin yettiği kadar gazetecilik mesleğimi icra etmeye çalıştım bugüne kadar .
Bunu yaparken de şu üzülecekmiş, bu kırılacakmış, o ‘aferin’ diyecekmiş düşüncesi ve beklentisini ne dünlerde taşıdım, ne de bugün. Hele hele kişisel çıkar beklentisi içerisinde asla olmadım.
Olsaydım eğer, (ki elime o kadar çok fırsatlar geçti) bunları değerlendirip ‘köşeyi çoktan döner’, herkesi dedikodularıyla baş başa bırakarak yan gelip yatar, ‘göbeğini kaşıyan adam’ görüntüsüne bürünüp bıyık altından gülümserdim.
Yukarıdaki satırlarda aktardığım gibi, bugüne değin yaptığımız haber, düşüncelerimizi paylaştığımız yorumlar nedeniyle memnun olanlardan ne bir teşekkür aldım, ne de ‘helal olsun, benim düşüncelerimi yansıtmışsın’ diyenin teşekkür ettiğine tanıklık ettim.
Belki birkaç istisna olmuş olabilir ama, onları da bize karşı kin nefret besleyenlerin, dişlerini gıcırdatıp yumruk sıkanların sayısının fazla olması nedeniyle aklıma getiremiyorum. (Ben etmiştim, diyeniniz varsa adını unuttuğum için bağışlasın beni.)
Bakmayın siz benim böyle dediğime.
Bizim meslekte hem İsa’ya, hem de Musa’ya yarananlar vardır.
Nedense ben bir türlü yaranamadım!
Galiba genlerimde bir bozukluk var!
***
İşin latifesi bir yana, böyle bir beklentimin olmadığını söyledim, ama inanın hakkında yapılan abuk-sabuk suç duyurularından da bıktım!
Herhalde Balıkesir Basını’nda hakkında en çok şikayette bulunulan gazetecilerden biriyim.
Biriyim diyorum çünkü halen çıkar amaçlı suç örgütü kurarak, işadamı, siyasetçi, bürokratlardan tehdit, şantaj yoluyla para sızdırdığı, gazeteciliği kişisel çıkarları doğrultusunda kullanıp iftiralarda bulunduğu, küçük düşürdüğü iddiasıyla tutuklu bulunan ‘malum kişi’yi bunun dışında tutuyorum.
Yoksa, şantajcı gazetecinin bu alandaki rekoruna kimse ulaşamaz.
Allah’a şükürler olsun ki, 35 yılı aşan meslek yaşamımızda öylesine yüz kızartıcı suçlamalarla karşı karşıya kalmadık. İnşallah meslek yaşamımızın kalan günlerinde de karşılaşmayız.
Gerçi, Balıkesir Belediye Başkanı İsmail Ok, bizim o ‘malum kişi’nin yerini aldığımızı söylese de, “Bir lafa bakarım laf mı diye, birde söyleyene bakarım” diyerek gülüp geçmiştik.
Attığı iftiralar, çamurlar ve okuduğu beddualar yetmezmiş gibi, birde suç duyurusunda bulunmuş İsmail Ok hakkımızda..
Hadi benim hakkımda bulundu, bunu anladım, ama bizim Atilla ile Mustafa hiç ilgileri olmadığı halde Adliye’nin yolunu tutup işlerinden güçlerinden oldu İsmail Ok’un şikayeti üzerine..
Canı sağ olsun başkanımızın, aşağılayıp küçük düşürdüysek, iftirada bulunup suç isnat ettiysek boynumuz kıldan ince yüce adalet karşısında. Varsa bir cezamız çekeriz evelallah!
Nasıl olsa bugünlerde uğrak yerimiz oldu yine Adliye Sarayı.
Bir İsmail Ok olsa başım gözüm üstüne..
***
Bize ‘aferin’ demesini bile asla kabul edemeyeceğimiz iftiracısı şifrecisi, tehditçisi şantajcısı, insan olmanın erdemini öğrenemeyen, içlerinde Allah korkusu olmayan, yaptıkları işleri ellerine yüzlerine bulaştırıp canlara kast edenler, yuvalara ateş düşürenler, mafya bozuntuları, gazeteci katilleri, hırsızlar, soysuzlar sopsuzlar…. saymakla bitecek gibi değil.
Hani "Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır" atasözü var ya,
Hakkımdaki suçlamalara bakınca hemen bu deyiş aklıma geliyor.
Nedir bunun açılımı diye yazdığımda internetin arama motoruna, karşıma aşağıda sizlerle paylaşacağım şu satırlar çıktı:
“Biliyorsunuz, bazı kimseler suçlu olduğu halde kendilerini güçlü hissederler.
Onları böyle düşünmeye sevk eden, kendi şarlatanlıkları ve edepsizlikleridir.
Böyle kimseler zarar verdiği kişiyi susturmak bir yana, onu suçlu çıkarırlar.
Kimi suçlular aynı zamanda serseri ve edepsiz olurlar. İşledikleri suçları zarar verdikleri kişilere yüklemeye çalışırlar..”
Anlayacağınız hem suçlular, hem güçlü rolünü oynuyorlar hayat sahnesinde!
Sınav sahnesi gelip çattığında hangi rolde olacaklarını bilmiyorlar sanırım.
***
Bunlar karşısında da “İt ürür, kervan yürür” atasözünü hatırlayıp teselli etmeye çalışıyorum kendi kendimi ama..
Çok yoruldum, çok..
Hele sağlık sorunlarım nedeniyle geçirdiğim şu son operasyonun ardından karşılaştığım birçok konu, olay ağır geliyor bana..
Kaldıramıyorum artık birçok şeyi.
Galiba çok yordu beni bu hayat, bu meslek.
Dönüp bakıyorum bazen ardıma, gözlerimin önüne getiriyorum mesleki yaşamımı..
Ne İsa’ya yaranabilmişim, ne Musa’ya..
Tüm bunları dikkate aldığımda,
Hayat beni ömrümün kalan bölümüyle ilgili yeniden planlama yapmam konusunda zorluyor gibi.
Bunu hissediyorum tüm benliğimde..
Ne yapacağımı henüz bilemiyorum.
Şimdilik çok iyi bildiğim tek şey var.
O da yaşamımın geride kalan yıllarında bu hayatın bana öğrettiği , beynime nakış gibi işlediğim ve benim için büyük anlam ifade eden tek bir kelimeye sığınmak.
SABIR.. SABIR.. SABIR….
Bilemiyorum Allah’ım, bu sabrın sonu selamet mi olacak acaba?
Yüce Yaradan hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Cumanız mübarek olsun sevgili dostlar..
______________________________
GÜNÜN SÖZÜ
İyi bir insan için yaşam zor, ölüm kolay…