Üzerinde çalıştığım 100 yıllık bir hikâye var. 100 yıldır kanayan, zaman zaman kabuk bağlayan ama bir türlü iyileşmeyen yaradır.
Bu hikâyeyi ilk Aydın Ayhan Hoca'mdan duymuştum. Bir Çanakkale hikâyesi olarak. Balıkesir'de bir dost meclisinde ziyaret sırasında tevafuk etmişti.
Çanakkale hikâyelerinin unutulup gitmesini engelleyen önemli bir isim.
O dost meclisinde Aydın Hocam heyecanlı bir şekilde yeni bir hikâye duyduğunu anlattı.
Herkes Üçpınarlı Ali hikâyesini bilirdi. Ama bu hikâye daha enteresandı. Çanakkale savaşlarından memleketine dönen en son gazi 1950'li yıllarda geri dönmüş. Kayıtlara öyle geçmiştir.
Fakat Aydın Hoca'mın verdiği bilgiye göre Çanakkale Savaşı'ndan memleketine en son dönen gazi 62 yıl sonrasını gösteriyordu.

Çok enteresan bir hikâyeydi duyduğumda. Galiba yıl 2005-2006'lardı. Bu hikâyeyi ilk duyduğumdan itibaren tek bir şey aklıma düştü; filmini yapmak. Bir Çanakkale filmi ki, Çanakkale ve 1. Dünya Savaşının 100 yıldır devam eden dramı gelecek nesillere ancak böyle aktarılabilir.
Zaten hikâyeyi ilk duyduğumdan itibaren bulunduğum ortamlarda anlatır oldum. Kim dinlediyse hep gözleri doldu. Hatta Yönetmen İsmail Güneş'e hikâyeyi anlatıp Filmini çekmeyi düşündüğümü söylediğimde “En az 5 milyon Dolar gerekli' cevabı verdiğinde ona ‘5 milyon Dolar'ın 1 Dolar altında maliyeti çıksa bu filmi çektirmem' dediğimi hatırlıyorum. 

Bu hikâyenin filminden önce belgeselini yapıp hikâyesini yazmak için geçen senelerde harekete geçtim. Hatta bunun da hikâyesi farklı.  Milletvekili Aday Adaylığım sırasında bizim Halit Çoban gençlik kollarında birlikte çalıştığı biri ile tanıştırayım dedi. Y
olumuz Salı Pazarındaki tezgâhlara düştü. Üçpınarlı Murat'ın tezgâhına geçtik. Tanıştık, çay muhabbetinin ardından Üçpınarlı olduğundan Aydın Hoca'nın anlattığı Hikâye'yi sordum Murat'a. Önce çıkaramadı. 
Soru soru üzerine gidince Murat sonunda ‘O benim dedem. Nenemin dedesi' dedi. Aslında araştırıp filmini yapmayı planladığım olayın gerçek manada içine düştüm. Sonrasında Murat ismini taşıdığı dedesi ile buluşturdu bizi. Hikâyenin tanıklarından çünkü.
Aynı zamanda Hikâye'nin kahramanı Recep Dede'nin torun damadı. Murat dede halen Üçpınar'da ‘Yıllar sonra Arap Dede çıkmış gelmiş' dedikleri Recep Dedenin gelişine şahitlik yapmış tanıklardan. Hatta kaldığı sürece yeni aldığı traktörü ile Recep dedenin askere gitmeden önce çobanlık yaptığı yerlere işlediği tarlalara kadar getirip götüren şahitlerden.

Hikâye aslında Balkan Savaşı ile başlayan ve 100 yılı aşan dramın hikâyesi. Hikâyeyi belgeselleştirip kitaplaştırmak için araştırmaya başladığımda gördüm ki Aydın Hoca'mın duyduklarının ötesinde daha derin dramlar daha enteresan ayrıntılar var.

Özetle Üçpınarlı Recep dedenin hikâyesini bilmezsek bugün Halep'e bigâne kalırız. Halep'te ne işimiz var deriz. Üçpınar ile Halep ne alaka deriz. Ama Balkan Savaşına gidip memleketine geri dönmeye fırsat bulamadan oradan Çanakkale Savaşlarına katılan, oradan yine memleketine uğramaya fırsat bulamadan Filistin Cephesinde soluğu alan, bu cephelerde kahramanlıklarına devam eden sonrasında 150 bin askerle birlikte İngilizlere esir düşen Recep dedenin hikâyesini bilmezsek Mısır esir kamplarından kurtulduktan sonra 10 binlerce askerin Filistin topraklarına, Lübnan'a Suriye'ye Ürdün'e kadar yayan gelip oralarda kaldıklarını nereden bileceğiz.
Recep dedenin hikâyesini bilmezsek halen oralarda kalan insanımızın diğer yarısının Bursa'da, Eskişehir'de, Balıkesir'de Kütahya'da olduğunu nereden bileceğiz. Halep'te yatan Recep Dedenin 6 evladından olan 100'ü aşkın ailesi ile Üçpınar'da halen yaşayan 3 torununun akraba olduğunu nereden bileceğiz.

Şu bilinsin ki Suriye'de yaşanan dram 100 yılı aşkın devam eden bir hikâyenin dramıdır. Bugün Suriye'de Ürdün'de Irak'ta, Lübnan'da, Filistin'de Anadolu'nun her hangi bir noktasında akrabası olmayan yoktur. Aynı dili konuşamamaları bu gerçeği değiştirmez.
Üçpınarlı Murat dedenin anlattığına göre 82 yaşında 62 yıl sonra köyüne gelirken Recep dede yanında oğlu Mehmet'i, torunu Sefa'yı, Kilis'li damadını da getiriyor. O zaman Recep dedenin Halep'teki oğlu, kızları ve torunları ile birlikteki nüfusları 50'nin üzerinde.

Şimdi diye bilir miyiz biz ‘Halep bizi ilgilendirmez'. Nasıl bigâne kalabiliriz.
Bizler kalsak bile Üçpınar'daki yaşayan 3 torunu  ‘Halep' denilince yürekleri sızlamayacak mı
Unutulmasın Halep Üçpınar'ın yarısıdır, yarasıdır.

Cuma'nın hayrı üzerinize olsun.