Taksim henüz ısınmaya başlamamışken protestocuların ön safında yer alan bir kişi ‘Mesele Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel’ diye Twitter mesajı attı. Çok geçmeden mahkeme, projenin yürütmesini durdurdu. Protestonun gerekçesi ortadan kalktı. Buna rağmen olaylar durulmadı. Aksine şiddetlenerek devam etti.

Ve ölüme kadar tırmandı. Üç kişi hayatını kaybetti. Durumu kritik olan yaralılar da var. Dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Gezi Parkı’na AVM, rezidans ve otel yapılmayacağını söyledi. Ama mesele o değil.

Olayların başladığı gün kendisini Taksim Meydanı’na atan bir meslektaş aradı. Gördükleri karşısında heyecanını gizleyemedi. ‘Bu ilk kez yaşanıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’ dedi. Ne demek istediğini anladım. Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’ye ömür biçiyordu. Değil AK Parti, hiçbir gücün bu rüzgârın önünde duramayacağını söylüyordu. Sonra sıkça ekranlarda benzer değerlendirmeler yapıldı. Gençliğin ayıldığından tutun da, halkın uyandığına kadar neler söylenmedi ki. Ağzını doldura doldura ‘devrimin çok yakın olduğunu’ haykıran romantikler de çıktı. Dün bir CHP milletvekilinin ‘Gezi Parkı’ndayım’ diye başlayan coşkulu mesajlarını okudum.

Orada yaşananların bir anlamı var elbette. Sosyal ve siyasî açıdan analiz edilmeli. Makul seslere kulak da verilmeli. Ama oradan bir ‘siyasî proje’ çıkmaz. Siyaset mühendisleri ne kadar mesai yaparsa yapsın. Nafile. Uluslararası destek de bir işe yaramaz. Salonlar, meydanlar insanı yanıltır. Örnek mi?

‘Oyun bitti. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözünü ne kadar çok işitti kulaklarımız. ‘Erdoğan muhtar bile olamaz’ manşetlerine kadar inmeden bir ikisini hatırlatmak isterim. 2007’de cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştığı günlerdi. En güçlü aday Erdoğan’dı. Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran AK Parti’nin dediği olacaktı. Bir anda sokaklar hareketlendi. Meydanların harareti yükseldi. Büyük şehirlerde ‘cumhuriyet mitingleri’ başladı. On binler, yüz binler derken ‘milyon’ rakamları telaffuz edildi. Tek hedefi vardı; AK Parti’nin cumhurbaşkanı seçmesini engellemek. Dün gibi hatırlıyorum, Taksim’den arayan o meslektaşla yaptığımız değerlendirmeleri.

‘Mitinglere’ olağanüstü anlam yüklüyordu. ‘Sadece CHP yok, her partiden insanlar var.’ diyordu. Meclis’in bittiğinden, siyasetin meşruluğunu yitirdiğinden söz ediyordu. Meydanlardan aldığı gazla ‘Erdoğan için yolun sonu’ diyordu. Benzer yorumları ekranlarda, köşelerde siz de duymadınız mı? Çankaya yolunun yokuş olduğu, oraya bir AK Partilinin çıkamayacağı, seçilse bile orada oturamayacağı, hatta çok daha ileri giderek Köşk’ün etrafına siper kazarak göğüs göğse çarpışacaklarını söyleyenlere rastlandı.

Sonuç malum. Sandık, gerçeği ortaya çıkardı. Erken seçim ve yüzde 50’ye yakın oy. Hakkını yemeyelim ‘Biz uzayda yaşıyormuşuz’ itirafı yapanlar oldu. 27 Nisan muhtırasında da hava farklı değildi. Hatırlayın o geceyi. Neler söylendi. Sabaha uyanmadan yeni hükümet formülleri dillendiren uzmanlar çıktı. Askerin önünde durmak mümkün değildir çünkü. Doğru, o güne kadar duran çıkmamış. Hep askerin dediği olmuş. Her muhtıranın siyasî sonuçları olmuş. Meclis işlevini yitirmiş, hükümetler dağılmış, yenileri kurulmuş. Türkiye 28 Nisan’a Erdoğan’sız, AK Parti’siz doğacaktı. Siyasette yeni bir dönem başlayacaktı.    

AK Parti’ye kapatma davası açıldığı günleri de hatırlayabiliriz. Haberin duyulduğu gün medya mahallesinde alkış tufanı koptu, yorumlar hazırdı: ‘Buraya kadar’ dendi. Taksim’e bakarak ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diyen arkadaşa söylüyorum: ‘Vatandaş meselenin ne olduğunun farkında’. Taksim, zaman zaman rehavete düşen AK Parti’yi uyandırdı. ‘Eskinin tam ölmediğinin yeninin ise tam doğmadığının’ farkına vardı.