Bu köşede yazmaya başlayalı dördüncü yılı doldurmak üzereyim. O gündür bugündür belki aksatmadığım en önemli konum bu yazılar oldu.

Bir yola çıkınca yoldan dönmeyi çok sevmem. Menzile ulaşmak hedefim olur.

Köşe yazmam teklif edildiğinde biraz çekinmiştim. Uzun süre kaçtım.

Çünkü kalemim pek güzel değildi. Faydasız olurum diye, başarısız olurum diye korkuttum açıkçası. Sonrasında kaçmak imkânsız olunca başladık.

Okuduğunuz 379.  yazı. Benim için bu yazılar ikinci üniversite, yüksek lisans ve doktora öğrenimi gibi ufkumu, bilgi dağarcığımı, tecrübe birikimi mi, öğrenmenin yaşının olmadığını göstermesi açısından çok önemli.

Öğrenme dediğimiz bilgilenme dediğimiz sadece karşına birilerinin geçip sana bir şeyler anlatmasından, bir üniversiteye, bir liseye gitmeyle, bir öğretmen, bir hocayı dinlemeyle veya hayatta karşılaştığın olaylarla sınırlı değil. Öğrenmek bazen yazmakla, bazen anlatmakla, bilgilerini tecrübelerini düşüncelerini yorumlarını aktarmakla gerçekleşiyor.

O nedenle balikesirim'de yazmaya başladığım bu köşedeki yazılar sayesinde inanın sizlerden daha fazla ben yararlandım. İstifade ettim.

Ama insan enteresan bir varlık. Anlamak çok imkânsız. Bu sütunlarda her türlü konuyu ele aldık.

Biz gazetecilerin sadece bir alanı olmaz. Bazı alanlarda uzmanlaşsak ta bir pratisyen doktor formatında oluruz hep. Her haslıktan, her psikolojiden, her dertten her güzellikten onları tarif edecek kadar anlarız. Yani bir sıkıntı, bir aksaklık, bir eksiklik, bir problemin tespiti ve bunların tarifi.

O nedenle siyasetin sevimliliğini ve gülen yüzünü yansıtmak için çıktığımız bu yolun kıvrımları her konuya uğradı. Uğramaya da devam ediyor.

Millet için, devlet için, ülke için çok önemli olaylar yaşadık. Şimdi de yaşamaya devam ediyoruz. Ama bazı konular uzun süre gündemde kalınca sıradanlaşıyor. İnsanın algısı, insanın psikolojisi alışıyor. Yani insanlar süreklilik arz eden olaylar karşısında zamanla onlarla birlikte yaşamayı standart hale getiriyor.

Oysa şu an ülkemizde, bölgemizde ve dünyada aynı problemler, aynı sorunlar, aynı oyunlar, aynı dramlar devam ediyor. Hiç biri çözülmedi.

Türkiye’de son zamanlarda sıradanlaşma problemi ile karşı karşıya olduğumuzu görüyorum.  Bu kanaate nerden vardığımı soracaksınız?

Hani bir hikâye vardır.

İki görme özürlü yemeğe otururlar. Köfteler ortaya konulmuştur. Lezzeti dayanılmazdır.

Biri derki ‘Neden üçer üçer yiyorsun. Yavaş ol” der. Diğeri “Tamam” der. “Ama üçer üçer yediğimi nereden biliyorsun?” diye sorar. Cevabı “Ben öyle yapıyorum da ondan” der.

Evet, ben de sıradanlaşmayı kendi ruh halimden biliyorum. Ondan sıradanlaşmanın farkındayım.

Bugünlerde milleti ne Suriye’deki gelişmeler,  ne sıklaşan şehit haberleri, ne Akdeniz’de Ablukaya alınmamız, ne ABD’nin uyguladığı ambargolar veya farklı gelişmeler ilgilendirmiyor. Hatta ekonomideki gelişmeler bile sıradanlaştı. Hayati konular dâhil bu sıradanlaşmaya. Adeta narkoz yemişiz gibi.

Sıradanlaşmadan kaynaklı gündemler bile saman alevi gibi gelip geçiyor.

Kısacası dikkate değer bir durum söz konusu. Eğer bu durum bir toplum mühendisliğinin sonucu ise amacın bilinmesi gerek. Yok, daha farklı bir durumsa Türkiye’nin bu ruh halinden bir an önce sıyrılması gerek. Bulunduğumuz jeopolitik ortam sıradanlaşma zamanı değil.

Kalın sağlıcakla…