Unutmadan hatırlatayım. Bugün Milat Gazetesi'nde yazarlığımın tamı tamına birinci yılıdır. İlkyazım 25 Aralık 2015'te bir ‘Merhaba' ile başlamıştı. 28 yıllık Ankara hayatı, bir o kadarda gazetecilik birikimimizi siz dostların faydasına sunabiliyoruzdur İnşallah. Fakat itiraf edeyim bu yazılar sayesinde yaşanan olaylara ve geçmiş yaşananlara ve gelecekle ilgili bakış açım o kadar genişledi, o kadar farklılaştı ki, birçok yazıda garipseyebileceğiniz yazıların nedeni o dur. Bazen kendime yazıyorum. Yazdıklarım asıl benim bilgime bilgi katıyor.  Size şunu ifade edeyim. 28 yıllık Ankara tecrübemin 27 yılını bir tarafa son bir yılını bir tarafa koysam tecrübe, bilgi birikimi ve olaylara bakışım açısı olarak son bir yıl daha ağır basar. 27 yılın birikimi ve son bir yılın sentezi demek daha doğru olur.

Bundan 2-3 ay önce bir dostumla buluştum. Dostum dedimse öyle iki gün önce tanıştığım biri değil. Belki de Ankara'ya düştüğüm günlerden itibaren simaen, Parlamento Muhabiri olduğumdan itibaren de yakinen tanıdığım biri. Uzun süre görüşmesek de bir birimizi unutmayan dostluğumuzun sürdüğü biri.

Bir araya geldiğimizde sohbet konularımız bellidir. Memleketimiz, insanımız, devletimiz ve yaşadığımız coğrafyadaki meseleler. Dostum ülkede yaşanan problemler, sıkıntılar konusunda  ‘Bu toprakları sahipsiz sanmayın. Bu toprakların sahibi var' dedi. Klasik bir söz olarak algıladım önce. Fakat ‘Gerektiğinde müdahale edilir. Kimsenin eline bırakılamaz' diye sözlerine devam edince duraksadım. ‘Yani' diye sorunca dostum biraz daha açıldı. Dostumun sonraki sözleri daha enteresandı. “Bu topraklar Peygamberimizden bu millete hediyedir' sözü ile şaşkınlığım arttı. Oysaki Türklerin Anadolu'ya gelişi, daha Malazgirt Zaferinden 50-100 yıl öncesine dayanır. 900'lü yıllardan itibaren boy boy Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar yayılan Türkmenler hangi gerekçeye göre buralara gitmişlerdi. Antalya Yörüklerinin Toroslara yerleştiği tarih Malazgirt'ten 100 yıl öncesidir. Çağrı ve Tuğrul Beylerin akınları İznik'e kadar ulaşmamış mıydı?  Hayallerde İstanbul yok muydu? İşte bunları düşününce dostun o sözleri biraz daha anlam kazındı.

Dostum bununla da kalmadı. Sadece bu topraklar değil ‘Kıbrıs'ta aynı şekilde bu millete hediyedir' dediğinde artık şaşkınlık değil farklı bir bakışa büründüm. Ama dostumuz şaşkınlığımızı devam ettirecek bilgileri aktarmayı sürdürdü. ‘Unutulmasın Türkiye Medine Devleti'nin devamıdır' dediğinde hem şaşkınlığımı hem de merakımı gizleyemedim. İzah ettirdim. Aslında bugüne kadar elde ettiğimiz bilgilerde tüm bu gerçeklerin gizli olduğunu gördüm.

İslam'ın 4 kutsal şehri Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul'dur. Bu şehirleri yüzlerce yıl yöneten oraların hadimi olan bu millettir. Müjde üzerine İstanbul'u fetheden asker bu milletin askeridir, fetheden millete İstanbul Peygamberimizin hediyesidir. Anadolu bu millete Peygamberimizin hediyesidir.

Yüz yıldır bu coğrafya da yaşanan zulüm, akan kan bizim zayıflığımızdandır. Güçlendikçe İslam âleminin üzerine çöken karabulutlar dağılacak, sis perdesi aralanacaktır. Bugün Türkiye ile uğraşanların asıl hedefi ‘Medine Devletidir'. Onun devamını yok etmedir. Ama asla bunda başarılı olamazlar. Çünkü saldırdıkça bize emanet edilenler ile bize hediye edilenlerin toplum olarak millet olarak farkında varacağız. Şu unutulmasın Türk demek İslam demektir. İslam demek Türk demektir. Onun için Balkanlarda Türk-İslam aynı anlamda kullanılır. Yaşadığımız coğrafyada yalnız olduğumuzu da sanmayın.  Ne kadar hızlı güçlenirsek İslam âlemine huzur o kadar erken gelir. Ne kadar zayıflarsak o kadar İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı artar.

Gezdiğim ve dolaştığım yerlerde sohbet etme imkânı bulduğum insanımızın her şeyin farkında olduğunu görüyorum.  Hatta bizden daha ileri görüşe sahip olduklarını izliyorum. Onun için umutsuzluğumuz hiç olmadı, olmayacak.

Kalın sağlıcakla…