ADLİYE  Sarayı son günlerde uğrak yerlerimizden biri oldu demiştim bir önceki yazımda.

Sadece Balıkesir olsa iyi. Bir de ilçelere gidip gelmeye başladık!

Bugüne kadar sayısını hatırlayamadığımız şikayetlere yenileri eklenmiş.  Hatta geçen bir tanesinin duruşması varmış,

Biz yakalandığımız hastalığa karşı verdiğimiz mücadeleye kendimizi kaptırınca unuttuk tabi.

Mahkeme celp çıkarmış; zorla getirilmemiz için.

Daha önce de olmuştu bunun benzeri..

Sabah saatlerinde eve gelen polislerle apar-topar gitmiştik Adliye'ye.

Gider gitmez almazlar mı hemen duruşma salonuna..

Nefes nefese çıktık hakim karşısına.

Sanık mıyım, tanık mıyım bilmiyordum bile..

Bildiğim tek şey, yazdığımız bir haber, yaptığımız bir yorumdan çıkacak olmamdı.

Herhalde çomak sokmuşuzdur yine birinin tekerine dedik.

Ve nitekim de öyle bir davaydı. Hakim sordu, bir cevap verdik. Tarihi aklımda bile olmayan ileri bir tarihe erteledi.

***
Önceki gün de celple gittik Adliye'ye.

Allah'tan bu kez duruşma salonu önünde hayli kalabalık vardı da,sıra bize gelince-ye kadar hangi suçtan çıkacağımızı öğrenme fırsatımız oldu mahkeme kapısı önündeki yazıdan.

Baktık ki, bu kez, Uğur'umun bedeninden bir parçasının koparılmasına neden olduğu için, para, hapis ve meslekten men cezalarına çarptırılan sevgili doktorumuz Refik Özbal şikayet etmiş bizi.

Şaşırdım doğrusu..

Onunla alıp veremediğimiz bir şey de olmamıştı birkaç yıldır.

Yaptığımız tek şey Yüce Türk Adaleti'ne başvurup hakkımızı aramak olmuştu. Suçlu bulunmuş, cezasını almış ve bizim içinde o defter çoktan kapanmıştı. 

Refik Özbal kardeşimizi kendi vicdanıyla baş başa bırakmıştık oysa o günden bu yana.

Zaten ne hatırlamak istiyorum doktor Refik Özbal'a çok inanıp, güvenmemiz sonucu yaşadığımız ve hayatımızı karartan, bana vicdan azabı çektiren o geçmiş günleri, ne de hatırlatılmasını...
Eş-dost sohbetlerinde veya bulunduğum ortamlarda biri kalkıp o günleri dile getirdiğinde bile “sus, açma kapanan yaramızı” diye çıkışıyorum. En yakınımdan biri olsa bile, kırabiliyorum sözlerimle onu..

***

Biz böyle düşünürken Refik Özbal hakkında, şahsıyla alakası olmayan eski yazılarımızdan birinin bir bölümünde geçen cümleyi üzerine alınmış anlamakta zorlandığımız şekilde.



Şimdilerde özel bir hastanede çalışmasını sürdüren Ortopedi ve Travmatolji uzmanı Refik Özbal, bu yorumda kendisine hakaret unsuru içeren ifadeler yer aldığını iddia ederek suç duyurusunda bulunmuş.

Hayırlısı neyse o olsun şikayet eden için de edilen kişi için de!

***
Ama, sevgili doktorumuz beni bir kez daha çok üzdü, çok hırpaladı, kapanan yaralarımı deşti, yüreğimi sızlatıp kanattı.

Şikayet etmesi karşısında diyebileceğim bir şey yok.

Yazdığımız her yoruma herkes alınganlık gösterebiliyor çünkü..

Bazen ben bile, köşe yazarlarını okuduğumda 'İşte tüm burada beni işaret ediyor, beni tarif ediyor' diye üzerime alınabiliyorum. 

O da bir insan olduğuna göre alınması gayet doğal.

Ben şikayet etmesine değil, ona güvenmemin bedelini Uğur'umun kalem tutan elini, kolunu vererek ödediğim anları bana tekrar yaşatmasına çok mu çok üzüldüm, kahroldum.
Ben şimdi ne diyeyim Refik Özbal’a..

 “Allah'a havale ediyorum” demekten başka birşey gelmez elimden, dilimden, beynimden..

Uğur'umu teslim aldığı günü, sonrasında yaptıklarını ve bizlere yaşattıklarını gözlerinin önüne getirmesini isteyebilirim belki.

Sanmıyorum aynı duyguları hissedebileceğini.

Hep söylenir ya;

Ateş düştüğü yeri yakıyor!

Gerisi boş...



***
Sevgili dostlar, aslında bu satırları yazmak için oturmamıştım bilgisayarın başında.

Adalet dağıtanların işinin ne kadar zor olduğunu paylaşmak istiyordum.

Çünkü, Adliyeye gittiğimde, duruşma salonunun kapısında asılı bulunan ve bir günde bakılacak davaları içeren listeyi gördüğümde;

İnanın şaşırıp kaldım.

36 dava dosyasına bakılacağı yazılıyordu 170 dakika içerisinde aynı mahkemede, aynı hakim tarafından.

Her dosya için saat belirtilmiş.

Listede ilk dava dosyası muha-taplarının 09.00'da salona alınacağı yazıyor.  36'ncı sıradaki dosyanın görüşülme saati 11.50 olarak belirtilmiş.

Her bir dava dosyası için ayrılan zaman 5 dakikayı bile bulmuyor liste dikkate alındığında.

Gerçi öyle olmadı, olması da zaten eşyanın tabiatına aykırı gibi bir şey olurdu..

Beş dakikaya bir duruşmayı sığdırmanın gerçekleşmesi için insan üstü güçlere sahip olması gerekir o dava dosyalarına bakan yargıcın..

Adliyelerde müthiş bir yığılma olduğu yıllardan beri dillendiriliyor.

Adalet dağıtıcılarının dosyalardan başını kaldıramadıkları, yetişemedikleri, birçok olayın zaman aşımına uğradığı, bunun sonucunda da Adaletin tecelli etmediği ve bunun gibi birçok nokta ele alınarak dert yanılıyor bildim bileli..

Böyle olunca da; “Adaletin bu mu dünya?” diyesi geliyor insanın içinden!

Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı ve kamuoyu ile paylaşılan 'reform' niteliğindeki yeni 'yargı paketi' Adaletin tecelli etmesinin önünü açar inşallah..

Çünkü adalet dediğimiz kavram, biz insanların yaşamında bir hava, bir su gibi büyük önem taşıyor...

Gülen yüzleriniz solmasın, soldurulmasın...