Pek az medeniyet, Endülüs’ün ürettiği bilim ve fen kadar yüksek, harmanladığı sanat ve düşünce kadar derin, maruz kaldığı vahşet kadar da acı son ile anılabilir. Orada dimağları mest ü hayran bırakan zarif anlayışlar kalpleri melul u mahzun eden acılarla sona erdirilmiş, insanlık adeta bilgi ve zarafetten intikam alan kaba siyasete kurban edilmiştir.

Endülüs deyince nedense gözümün önüne zevk-i selim adlı nazeninin narin boynunu paslı ve kör bir balta ile kesmeye çalışan vahşi ortaçağ adamları gelir ve onların karşısında İbn Rüşd’ü hatırlarım mesela, felsefe, tıp, fıkıh (İslam hukuku) ve matematik disiplinlerinde üretim yapan o çok yönlü alimi ve sonra Aristo’yu hatırlarım. İbn Rüşd olmasaydı dünya Aristo’yu bu kadar yakından tanımayacaktı çünkü. O Aristo araştırmaları yaparken Batı dünyası Aristo adını çoktan unutmuş, kilise onun adını taşıyan kitapları çoktan tozlu mahzenlere hapsetmişti.
İbn Rüşd otuz yıl çalışıp didindi, çırpınıp gayret etti ve antik çağdan ortaçağa ışıklar yağdırdı. Tercümeyle yetinmedi, teferruatlı şerhler yazdı ve Avrupa düşünce dünyası İbn Rüşd’ün satırlarında Aristo’nun büyük mirasıyla yeniden karşılaştı. Endülüs’teki serbest düşünce ortamında yapabildi bunu.
Aristo felsefesi ile İslam tasavvufunu paralel ve hatta zaman zaman geçişken koridorlarda inceledi ve dünya düşünce hayatına yeni bakış açıları hediye etti. Filozof ile yorumcusu (Şârih/Commentator); yani Aristo ile İbn Rüşd, böylece bütün dünyanın bildiği iki isim oldu. Batı’da ona Averos (Latince Averroes) diyorlar.
Eserleri daha ortaçağda, bilim dilleri olan Arapça, Latince, Yunanca ve İbranice’ye tercüme edildi. Şimdi bütün dünya dillerinde…
    İbn Rüşd için Batı dünyasının kültür ve bilim merkezleri yüzyıllar boyunca İbn Rüşdcülük (Averroeisme) diye bir eğitim metodu takip etmiş ve bizim bilmediğimiz kadar onu yeniden üretmiş, borcunu ödemiştir.
Çelişki şudur ki; Batı anlayışının sahip çıkamadığı Aristo gibi bir değere ortaçağda bir İslam filozofu sahip çıkarken, o İslam filozofuna modern dünyanın Müslümanları değil de Batı dünyası sahip çıkıyor. XII. yüzyılda Kurtuba’nın serbest düşünce ve bilimsel gücünü göstermek için bile olsa İbn Rüşd adını (ve tabii onun gibi pek çok yıldızı) bayraklaştırmak gerekmez miydi?
Endülüs’teki yüksek bilim ve düşünce ortamını bugün hayal edemeyişimizin sebebi belki de İbn Rüşd ve diğerlerini iyi tanımamaktır. Bilseydik eğer, bugün hayal etmekte bile zorlandığımız bir dünyanın mirasına sahip olurduk. Bir yandan fıkıh, dilbilim, kelam, edebiyat öğrenirken diğer yandan tıp, matematik, astronomi ve felsefe okuyan bir adam düşünün…
Bu disiplinlerin pek çoğunda kitap yazacak kadar da uzmanlaşan (mütebahhir) bu adam, çağının pek çok kitabını ezberleyerek taşımayı yeğleyen bir zeka olsun. Aynı adam, bütün ömrü boyunca bilimsel çalışmalarına yalnızca iki gece ara vermiş olsun; babasının öldüğü gece ve bir de evlendiği gece… İbn Rüşd.
    İbn Rüşd’ün, Aristo felsefesi ve kelam arasındaki meselelerde din bilginleriyle sürekli çatıştığı ve itham edildiği söylenir. O felsefeden ve filozoflardan yana olarak tanıtılır.
Oysa çabalarının büyük kısmını felsefi düşüncenin din ve Kur’an ile çelişmediğini göstermeye harcamıştır.
Bugün elli kadarı Paris Bibliotheque National’in İbranice harfli Arapça kitaplar bölümünde bulunan eserlerine göre felsefe öğrenmek insan için adeta dinî bir zorunluluktur.
Varlık alemine akıl zaviyesinden bakarak değerlendirmek nasıl dinin özünde mevcut ise başka dinlerin ve ideolojilerin fikirlerini öğrenerek de insan varlık düşüncesini zenginleştirebilir, gerçek her nerede ise alıp yararlanabilir.
O halde felsefeyle uğraşanları da, hadiseleri akılcı açıdan değerlendirenleri de sapıtmış gibi göstermek haksızlık olur.
Kaldı ki akıl ve felsefe, insanın gerçeğe ulaşması için en önemli iki vasıta olarak algılanmalıdır. Gerçeğe ulaşmada bilimin önemi ölçüsünde insan bilimden rehberlik alabilmelidir. Bunun için de aklın ürettiği bilgiyi dışlamak, dinin emirlerini engellemek demek olur. Ona göre vahiy ile felsefe birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmeli, ikisinden birinin diğerini geçersiz kılması için çalışmak yerine ikisinin arasında bütünleyici  bağlantılar kurmaya çalışmalıdır.
    Derler ki onun hayatındaki dönüm noktası İbn Tufeyl ile tanıştığı gündür. Hayy bin Yakzan müellifi onu saraya takdim etmiş ve kendisine teklif edilen Aristo çalışmalarını onun yapması gerektiğini söyleyip destek olmuştur. Nitekim o günden sonra İbn Rüşd önce İşbiliye, ardından Kurtuba baş kadısı olacak ve Endülüs ilim dünyasının bütün kütüphane imkânları hizmetine verilecektir. İbn Hazm bir vizyon, Endülüslü yöneticiler de hami (sponsor) olunca ortaya İbn Rüşd çıkıyor. Bugün gençlerimize lazım olan da budur[1].
    [1] İbn Rüşd’ü araştırırken Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesine baktım. Bibliyografya kısmında yüzlerce kitap ve makale yer alıyordu. Gelgelelim içlerinde Türkçe olanların sayısı iki elin parmakları kadar bile etmiyordu. Va, esefa! 
....