BİZ Türkler birçok alanda olduğu gibi mutfak konusunda da yabancılara kök söktürürüz vallahi!
İnanın onlardan kat kat üstünüz.  
Hangi birimiz mutfağa girse, birbirinden leziz yemekleri yapıp sofrayı donatır diye düşünüyorum.
İngiliz kadını veya erkeği için bunu söylemek zor. Hatta mümkün değil.
Çünkü  yemek veya mutfak kültürü diye bir şey yok. 
Sabah kahvaltısı soğuk bir sandviç, öğlen bir hamburger veya pizza, akşam haşlanmış patates eşliğinde mikro dalga fırında ısıtılıp sofraya getirilen abur cubur yemekler. 
Yiyin yiyebilirsiniz! Aklınıza gelen her yemek hazır!
Sebzelisinden etlisine kadar. Yapmanız gereken sadece fırına yerleştirip ısıtmak!
Lezzet mi?  
İşte onu hiç sormayın.
Tadı damağımda kaldı diyebileceğim tek bir yemek yemedim.
Bunları ilk 17 günümüzü geçirdiğimiz  Plymouth için söylüyorum.
Bizim için gerçekten şansızlıktı!
 Kutlu ay Ramazan’ı mutfak kültürünün olmadığı kentte geçirmenin adına talihsizlikten başka ne denilebilir ki!
Yol arkadaşım Birol Uzunay’la birlikte orucumuzu çoğu gün su, peynir, ekmek ve  domatesle açtık.  
Kimi günler  ‘Nasılsa doğru dürüst yiyecek bir şey yok’ düşüncesiyle sahura bile kalkmaya gerek görmedik. 
Aç mı kaldık? Elbetteki hayır. Umduğumuzla değil, bulduğumuzla yetindik. 
En ünlü yemekleri "fish and chips" adını verdikleri mönü. Kesinlikle tatmamız gerektiğine vurgu yaptılar.
Büyük heyecanla gidip iftar saatini beklemeye koyulduğumuz restoranda önümüze getirilen yemeğe baktığımızda bol unlanıp bol yağda pişirilmiş balık ile patates kızartmasıydı. 
Kelimenin tam anlamıyla uyduruk bir şey! Her şeye karşın balık fena değil, hele birde ızgarada pişirilse mükemmel.
Ancak adamlarda ızgara kültürü diye bir şey yok. Anlatmaya, öğretmeye çalıştık Türk yemeklerini, ama cacık dışında pek başarılı olduğum söylenemez.
Ayranın ne olduğunu bilmeyen İngiliz aile, yaptığım bol sarımsaklı cacığa bayıldı. Ancak sarımsak kokusunu sevmediler!
İngilizlerin geleneksel içecekleri arasında bizdeki gibi çay geliyor. Bizim alışkanlıklarımızdan farklı olarak çayı sütlü içiyorlar.
Bu şekilde içmek istemediğinizde, özellikle belirtmek gerekiyor, aksi halde çayı sütlü içmek zorunda kalabilirsiniz benim gibi..
Şunu söyleyebilirim yemek konusunda. İlk 17 gün doğru dürüst bir şey geçmedi boğazımızdan, ta ki Londra’ya ulaşıncaya kadar.
Burada bizi karşılayan ve  aynı zamanda Fethullah Gülen hoca efendinin hayatını anlatan  Eşrefpaşalılar filminin yapımcısı Yusuf Kulaksız’ın Türk lokantasında hazırlattığı iftar sofrası dünyalara değişilmezdi..
Buradan da teşekkürlerimizi yollayalım Yusuf kardeşimize.  
Birde yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz maklube yemeği var. Türkmenistanlı bir kardeşimiz Paris’te bizi konuk ettiği günün iftarında kendi elleriyle pişirdi.
Tadı hâlâ damağımızda.
Gözünü seveyim Türk mutfağının.. Yok dünyada eşi...