Gazeteleri açıp okuyun.
Televizyonların haber bültenlerini izleyin.
Şiddet içerikli haber ve siyasetçilerin karşılıklı söz düelllolarıyla dolu.
Sokak ve kahve sohbetlerine kulak misafiri olun.
Hiç farkı yok, gazetelerde okuduklarımızla sihirli camdan izlediklerimizden.
Duyduklarınıza inanmakta, konuşulup yazılanları anlamakta zorlanıyorsunuz.
Herkes kendini bir başkasının yerine koymuş.
Birinin derken kastettiğim nokta, herhangi bir siyasi partinin lideri, hükümetin bakanı, bir spor kulübünün başkanı veya teknik direktörü..
Sanırsınız ki, alanında tartışmasız üstünlüğü kabul edilen bir zat-ı muhterem. 
Sanırsınız ki, söz, yetki, karar verici makamı elinde bulunduran otorite.
Kırıp döküyor, asıp kesiyor. Atıp tutuyor.
Mangalda kül bırakmamak şöyle dursun, yeryüzünde kendisi gibi düşünenin dışında canlı kalmıyor!
Tüyleriniz diken diken olmasa bile endişeye kapılmamanız imkansız. 
Böyle anlarda hemen akla ilk gelen "nereye gidiyoruz?" sorusu oluyor ister istemez. 
***
Dün, ilimizde bizim mesleğin yaşayan son üstadlarından M. Reşit Kıpçak'ı ziyaret ettim. 
Maşallah iyi gördüm kendisini. Allah sağlıklı nice uzun ömürler eylesin.
Geçen hafta sonsuzluğa uğurladığımız Nejat Akpınar'ın cenazesinde karşılaşmıştık son olarak. 
Halini hatırını sormuştuk sadece.  Bu kez uzun uzadıya sohbet etme fırsatı buldum. 
Son dönemlerde üzerine iyice yoğunlaştığım Gazeteciler Cemiyeti'nin "Basın Müzesi ve Medya Merkezi" projesi hakkında bilgiler aktarıp bilgi, belge ve tecrübelerinden yararlanmak istediğimizi aktardım. 
Bizim camiadan konuşup eski günleri yad ettik Reşit amcayla.  Benim için önemli kazanımları olan müthiş bir sohbetti. 
"İyi tamam da, başladığın konunun bununla ilgisi nedir?" diye sorabilirsiniz. 
***
Sabırsızlanmayın, aktarıyorum hemen.
Ekspres gazetesi yanında aynı zamanda Gazeteciler Cemiyeti'nin kurucusu olan uzun yıllar başkanlığını yürüten Reşit amca,  günün birinde Adalet Partisi'nin bir toplantısına elinde bir buket çiçekle gitmiş. Yeni seçilen başkanına verip tebrik edecekmiş. 
Sen misin böyle ince düşünen. Gazeteci nasıl olurda böyle davranırmış. 
Denilmedik şey kalmamış hakkında. 
Başka bir anektod daha aktardı.  
Bu ise, Yeni Haber gazetesi yanında aynı zamanda Reşit amca gibi Gazeteciler Cemiyeti'nin kurucusu ve eski başkanlarından, benimde yanında 20 yılımın geçtiği Ekrem Balıbek'le ilgiliydi. 
Bu ikili, gazetelerindeki köşelerinden birbiriyle çok atışırlardı. 
"Bazı konularda farklı düşünceleri paylaşırdık. Köşe yazılarıyla birbirimizle atışırdık, ama akşamları da aynı masanın etrafında oturur sohbetimizi ederdik" dedi Reşit amca. 
Reşit Kıpçak ile Ekrem Balıbek'in biraraya gelmelerini düşünemiyormuş hiç kimse. 
Türkçesi şu aslında;  aynı görüşleri paylaşmayan, aynı konuda farklı düşünenlerin biraraya gelmesinden rahatsızlık duyuluyor bu memlekette. 
***
Sohbeti şöyle bağladı Reşit amca; 
"Bir ortamda, bir isim telaffuz edildiğinde;  O mu? Bırakın şunu ya. O şu partiden. Şu ismin adamı. Ya da, saçına, başına, kaşına, gözüne, giyimine kuşamına bakarak başka yakıştırmalarda bulunuluyor. Kim olursa olsun, hemen yapıştırıyoruz yaramaz insan, kötü adam yaftasını.."
Bugünün siyasetçilerinin söylemlerinden örnekler aktarıp, "nereye gidiyoruz?" sorusunu sordu.
Çok haklı.. 
Hem de yerden göğe kadar.
Aynen öyle yapılıyor, yapıyoruz.
Devam ediliyor, ediyoruz böyle davranmaya.
Çünkü insanların birbirleriyle selamlaşması, iyi olması, aynı masada oturması istenilmiyor. 
Çünkü kavgadan, kargaşadan, kutuplaşmadan beslenenler var toplumda. 
***
Sizi bilmiyorum, ama ben ve bizim kuşak çok iyi biliyor.
Neyi mi?
70'li yıllarda başlayıp 80'li yılların başına kadar, "Komünizm, faşizm geliyor" diye birbirimize kurşun sıktıranların, 90’lardan sonra yeni bir senaryo yazıp "şeriat geliyor" filmini vizyona koyup korku saldıklarını..
Aslında bizlere "şeriatçı", "yobaz", "gerici" diye gösterdikleri de eşimiz, dostumuz, kardeşimiz, kapı komşumuz, mahalle arkadaşımız, ekmeğimizi paylaştığımız ve aynı köyden göçüp geldiğimiz bizim gibi insanlardı.
Komşumuzun sakalını, bıyığını ve örtüsünü göstererek "işte farkınız" deyip bizi düşman etmeye kalktılar birbirimize..
Örtülü insanımız ile normal giyinen çocuğun, kızın kadının, gencin yaşlının resimlerini askeri kışlalara astırdılar; "Böyle mi olmak istersiniz, böyle mi?" diyerek afişe ettiler bizim çocuklarımıza bizi..
Şimdi de devam ediyoruz benzeri kirli propagandaya..
Eskiden asker-polis fişlerdi bizleri. 
Bugün öyle mi, herkes birbirini fişliyor, birbirini hedef gösteriyor. 
Gerçekten nereye gidiyoruz?
Bu kutuplaşmanın sonu nereye varacak?
***
Elbette her konuda herkes aynı şeyleri düşünmek zorunda değil. 
Saygı duymak zorunda, hoşgörüyle karşılamak durumundayız. 
Ayrıca; "Herkes benim gibi düşünmeli!” demek yerine “Farklı düşüncelerden nasıl faydanalabilirim, istifade edebilirim?” deme gibi bir sorumluğu da olmalı insanım diyebilenin. İnsanlığın ne anlam ifade ettiğini kavrayabilen varlığın..
"Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır" deniliyor bir hadisimizde.
Bunu bir ayrışma, bir aykırılık olarak değil, çok seslilik olarak algılamayılız.
Rahmetin de farklı fikirlerin rengârenk bir kanaviçe haline gelmesiyle görünür ve anlaşılabileceğine inanıyoruz.
Biraz değil, her zamankinden daha çok sakin olmaya ihtiyacımız var. 
Siyasi yorumlarda çok katı, öfkeli, kardeşi kardeşe hedef gösteren bir üslup kullanılıyor. 
Durum hal vaziyet böyle olunca da olumlu düşünceler değerlendirilemez hale geliyor. 
Normalleşiyoruz derken, anormalleşiyoruz gibi bir ortam var önümüzde.
Biraz sakin, biraz mutedil olalım.
İdolü, rolü bırakıp  gerçek hayata dönelim.
İşin özü; insanlığımızı hatırlayalım.
Bizim insanımızı birbirine düşman etmeyelim. 
Zaten yeterince düşmanı var bu ülkenin...
Yoksa bu gidişin sonu belli. 
Çünkü biz o filmi geçmişte izleyip gördük.
...