HAK’KIN VE HAKLININ YANINDA OLUNDUĞU SÜRECE.


Nevzat ÖZPELİTOĞLU

Yazmak güzel bir uğraştır. Fakat iyiyi, güzeli ve mutlak doğru olanı yazmak ve hak’kın emrinde olmak kaydıyla. Duygu ve düşüncelerini kitlelere ulaştırma uğraşı içersinde olanlar unutmamalıdır ki, her yazdığı ve muhatabına gönderdiği her düşünce, eleştiri ve tenkitler aynen kabul edilecek. Bu mümkün değildir. Çoğu kez misliyle geri döner ve hatta tedavisi çok güç yaralar açar yazarının sinesinde.

Her yazan, yazar mıdır? Buna kesinlikle hayır demeden önce, ceplerimizde bulunan ve akıllı telefon dediğimiz iletişim aracına gelen mesaj ve mesaj türü iletilere kısa bir göz atıp öyle cevap verirsek, elbette cevabımız daha kuvvetli bir hayır olacaktır.

Çünkü düşünce melekesini kaybetmiş ve sadece kendi doğrularının esiri olmuş kişiler, karşısındaki her düşünceye, her görüşe, her uyarıya ve mantıksal her öneriye, kendi sakat varsayımlarıyla yaklaştığı için maalesef mutlak doğru olana ulaşılamıyor.

Öyle durumlar vardır ki, özellikle internet ortamında yazanların itiraz ettiği ve reddiyeleriyle karalama derecesinde dışladığı pek çok düşünce doğru olabilir. Ama çalakalem yazan kişi bunun doğru olup olmadığını bir saniye dahi düşünme zahmetine katlanamaz, katlanmaz. Çünkü onun indinde doğru kabul ettikleri adeta su götürmez kendi doğrulardır.(!) Yazarımız Hayâ, edep ve ahlak kurallarını ayaklar altına alarak cevap verme yarışına girdiği için, düşünmeden sarf ettiği cümlelerin karşı tarafta ne derin yaralar açtığının farkına dahi varamamaktadır.
 

Hiç düşünmeden anında yapılan reddiyeler, tenkit ve hakaretler daha sonra maalesef yanlışları müdafaa derecesine ulaşabilmektedir. ‘’Ama seninde şöyle şöyle yanlışların var. Senin savunduğun kişi de şu şu hataları yapmadı mı?’’ Diye getirilen savunmalarla, muhatabının haklılığına vurgu yaptığının farkında bile değildir yazarımız..! Çünkü iş çığırından çıkmış ve hatta zıvanadan da çıkmıştır. Adeta; bizim adam böyleyse, sizinki de şöyle değil mi denilerek hataların ve yanlışların müdafaasına geçildiğinin farkında bile olunamamaktadır.

Körü kürüne kabul gören ve doğru olduğuna inanılan pek çok görüş ve düşünce, tarih boyunca mutlak doğru olanla her daim yer değiştirmiştir. Bu değişim bugün de devam ediyor ve gelecekte de devam edecektir. Çünkü insanoğlu; İyinin, güzelin ve mutlak doğru olan İslam inancının dürbününden bakmadıkça ve hadiseleri İslam eleğinden geçirmedikçe, sonuç olarak başını öne eğme durumunda kalacaktır.

Eee bende Müslüman’ım, Namazımı kılar orucumu tutarım. Tamam, kardeşim elbette sen de Müslümansın, ama ağzından çıkanları kulağın duymuyor, cevap olsun diye kaleminden dökülenleri nereye koyacağız.? Yaptığın yakıştırmalar, saptırmalar, ipe sapa gelmez hakaretleri ne yapacağız? Bunları bir an olsun teraziye koy, mihenk taşına vur bakalım ne göreceksin? Meşhur bir söz vardır; ‘’Hakikat kararsız bir rüzgârsa sen de hiç düşünmeden onun önünde kuru bir yaprak ol’’ diye. Sen hakikat rüzgârının önünde bir an olsun kuru bir yaprak olabildin mi?

Unutmayalım; Kalem, acemi avcıların (yazarların) elinde hedefini şaşıran bir ok da olabiliyor. Bu gün bu ok İnternet ortamıdır diyebiliriz. Her yaştan insanın elinden düşürmediği akıllı telefonların, pek çok kullanıcısının aklını aldığı inkâr edilemez bir gerçektir. Bir kısım akıllı telefon sahibi ve fakat akıl fukarası kişilerin yazdıkları ileti ve mesajlar, maalesef hiç de yenilir yutulur cinsten değildir. Sözün başında da belirttiğimiz gibi; duygu, düşünce ve bildiklerimizle birlikte deneyimlerimizi, tecrübelerimizi kitlelere ulaştırmanın yolu elbette yazmaktır. Ama mutlak doğru olan İslâm’ı merkez addederek yazmak kaydıyla.

Yazmak, çok dikkat etmek ve çok düşünmek ister. Beğenmediğine çalakalem yapılan taarruzlar çoğu kez sahibini mahcup eder, tedavisi olmayacak yaralar açar. Gazete ve kitaplar yanı sıra İnternet ortamı da bugün bu işin başını çekmektedir. Her alet edevat gibi kalem de onu layıkıyla kullanabilenin elinde değer kazanır. İnternet ortamı da değerli bir kalemdir, iyiye güzele ve mutlak doğru olana hizmet ettiği sürece.

Napolyon’a mal edilen bir söz vardır; ‘’Kalem kılıçtan keskindir’’ diye. Kılıç bir hareketin sonucuna kaba kuvvet yoluyla ulaşmayı temsil eder. Kılıç, yıkıcı ve öldürücü kaba kuvvettir. Kaba kuvvetle her şeyin her zaman hallolduğu pek görülmemiştir. Ve fakat Bilim ve mantık kullanılarak kalemle pek çok çözülmezlerin çözüldüğü görülmüştür. Savaş meydanlarında çoğu kez silâhla kazanılamayan zaferlerin, masa başında kazanıldığı bilinmektedir.

Müslüman Türk insanın tarihi bu tür kaybedilmiş masa başı oyunlarıyla doludur. Balkanlara bakalım, Trablusgarba bakalım, Kafkaslara bakalım, Ortadoğu ya bakalım. Musul, Kerkük ve diğer ecdat yadigârı topraklarımıza bakalım hep masa başı oyunlarıyla kaybettiklerimizi göreceğiz.

Netice-i kelam; dostlarımızın uyarı mahiyetindeki yazılarına çalakalem cevap verme yerine biraz olsun hak ve adalet süzgecinden geçirerek yazma yoluna gidebilirsek, her halde bir ömür boyu ördüğümüz kardeşlik ve dostluk köprümüzü heder etmemiş oluruz. O halde kör bir inat uğruna kardeşlerimizi ve kardeşliklerimizi kaybetmeyelim.