Bundan bir süre önce (21.02.2010’da) bu sitede yayınlanan bir yazının başlığında “Milliyetçiler Hegel’le nereye kadar?” diye sorulmuştu. Bu yazıda konu, diyalektik mantıkla bir başka açıdan ele alınacaktır.

Diyalektik Mantık, Hegel’in kurduğu bir düşünme sistemidir. Buna göre, bir fikir (yani tez), ona karşı olan başka bir tezle (anti-tezle) karışır, bundan da, her ikisine de benzemeyen yeni bir anlayış doğar ki buna “sentez” denilir. Sonra bu sentez, bizatihi “tez” konumuna gelir ve kendisine karşı yeni bir tezin (antitez) ortaya çıkmasına neden olur; süreç, “tez-antitez-sentez” şeklinde sürer gider…

Bu nedenle, felsefi terminoloji ile ifade edilmek istendiğinde, “Türk-İslam Sentezi” şeklinde bir kavramın (ki, bu “sentez”in de kendine ait özel bir adının olması gerekir) ileri sürülmesi, teknik olarak mümkün görünmemektedir. Zira, öncelikle, “Türk” ve “İslam” kavramları, hiçbir şekilde  birbirlerinin karşıtları değildir. Zaten, bugüne kadar ülkemizde, “Türk-İslam Sentezi” başlığı altında ileri sürülen fikirlerin tamamı, hem “Türk” hem de “İslam” kavramlarının özelliklerini içinde barındırmaktadır.

Öte yandan, Hegel’in diyalektik mantığına göre, “sentez”in ortaya çıkması ile, onun öncülü olan “tez” ve “antetiz” ortadan kalkmaktadır! Bu mantık “Türk-İslam Sentezi”ne uygulandığında, bunun öncülü olması gereken “Türk” ve “İslam” kavramlarının da ortadan kalkması lazım geliyor ki, bunun böyle (ve mümkün) olmadığı gayet açıktır.

Ancak, merhum S.Ahmet Arvasi’nin ifade ettiği üzere, belki bir “Türk-İslam Ülküsü”nden (idealinden) söz edilebilir. Böyle bir durumda ise, Hegel’in diyalektik mantığına ihtiyaç olmayacaktır!

Dahası, diyalektik mantığın tarih bilimine uygulanması durumunda, toplumların tüm tarihsel süreçlerinin “öngörülebilir” ve farklı toplumlarda birbirlerinin aynısı olması gerekir. Halbuki, farklı toplumların yaşadıkları tarihi süreçler, hiçbir zaman birbirinin aynı (ya da benzeri) olmamıştır ve olmamaktadır da…

Çünkü, başlangıçta, tüm toplumlardaki (ve alanlardaki) “tez” aynı olsa bile, bunun karşıtı olan “antetiz”ler her toplumda (ve her alanda) farklı olabilmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak, her toplum (ve her alan) için “sentezler”in de birbirlerinden farklı olması, kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Tarih bilimi ve yöntemi üzerinde önemli çalışmaları ve görüşleri olan Karl Popper (1902-1994), bu nedenle, toplumsal olayların peş peşe gelişine dair bilimsel açıklamaların (eğilimlerin ve ön-deyilerin) kanun olamayacağını göstermiştir. Buna dayanarak, Hegel’in, diyalektik mantığa dayalı idealizmi ile toplumların bugün yaşadıkları ve gelecekte yaşayacakları olgular, her durumda kolaylıkla kavranamayacağı, açıklanamayacağı ve çözümlenemeyeceği sonucuna varılabilir.

Başta siyaset olmak üzere, bilim, kültür, ekonomi vb. gibi başlıca alanlarda, yerel ölçülerle hareket etmek ve yerel ölçekte kalmak mümkün olsa bile, sonuçları itibarı ile toplumların geleceği bakımından “doğru” değildir. Bu gibi başlıca alanlarda uluslar arası vizyonu olmayan ve diğer ülkelerle kurumsal entegrasyona gidemeyen toplumlar, kısa zaman içinde izole (tecrit) olurlar. Adeta bir koza gibi kendini izole eden kapalı toplumların orta vadede ne gibi sonuçlara ulaşabilecekleri konusunda (eski SSCB ve Arap ülkeleri gibi), yakın tarihte pek çok örnek vardır.

Ekonomik faaliyetin en temel olgusu, insanların kendi ürettikleri ihtiyaç fazlası ürünleri başkalarına satmak ve karşılığında, diğer insanların ürettiği (ve kendisinin ihtiyaç duyduğu) ürünleri almaktır. Doğal olarak, kendisinin üretebildiği (ve başkalarının ihtiyaçlarına hitap edecek) ürünü olmayanların, diğer insanların topraklarına ve onların ürettikleri ürünlere (en azından “meşru” yöntemlerle) sahip olmaları mümkün değildir.

Tarihin eski devirlerinde kalan (ve Türklerin çok başarılı oldukları), diğer insanlara ait olan topraklara ve ürünlere “savaşarak sahip olma” dönemleri, artık çok gerilerde kalmıştır. Artık tüm dünyada, ülkeler arasında siyasi entegrasyonlar gündemdedir.

Yaklaşık 70 yıl süreyle, çok daha sıkı bir siyasi yapıda olduğu halde, 1990’lı yılların başlarında, “Diyalektik Materyalizm”i en temel ilke edinen Sovyetler Birliği dağılırken, önceleri sadece ekonomik ilişkiler bazında kurulmuş bulunan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), bugün AB (EU) adı altında, sadece ekonomik değil, siyasi ve kültürel bir birlik haline de gelmiştir.

Sadece bu iki örnek bile, diyalektik mantıkla işlerin yürütülemeyeceğini anlayabilmek için yeterlidir. Malum, Komünist manifesto’yu yazan Karl Marx (1818-1883), büyük bir Hegel (Diyalektik Mantık) hayrandır. Bilindiği üzere Marx, Hegel’in diyalektik mantığını tersine çevirerek, “Diyalektik Materyalizm” adını vermiş ve Komünist Manifestoyu da bu mantığa oturtmak istemiştir.

Evet milliyetçiler (felsefi temel bakımından eklektik fikri yapınız sebebiyle), Hegel aslında sizin için hiç var olmamıştı; sadece siz öyle sanmıştınız!.. Haydi, siyasi düşüncelerinizi sistematize edebileceğiniz yeni bir mantıksal ve felsefi temel kurma görevi sizi bekliyor. Seçim vb. gibi, gündemin gelip-geçici konuları üzerinde, içi boş politik polemiklerle varabileceğiniz hiçbir yer olamaz!..

http://dogrubakis.net