Ruh ve bedenden oluşan insan her an dengede kalamayabiliyor. 
Ruh dünyasındaki fırtınalar kimi zaman bedenin arzularını uyumlu biçimde sürükleyemiyor. 
Ruhla beden dengesi bozuluyor.
İnsanın görünür yanıyla görünmeyen ruh alemindeki dengeyi kurmak başat gayretleri arasındadır.
Kimi zaman bu boşlukları doldurmak için sihir / büyüye başvuranlar olduğu da bir gerçek.
Bu alandaki çıkar yol arayışında inanç / din temeline dayanan yöntemler kullanılıyor.
Üstelik büyücülüğü meslek haline getirip bundan maddi kazanç sağlayanlar da var. Maddi kayıp yaşayanlar daha fazla…
Arapça sihir, Türkçe büyü; Doğaüstü varlıkların yardımıyla ya da doğada bulunan gizli güçlere söz geçirerek bir takım olmayan işler yaptıklarını ileri süren kimselerin başvurdukları işlere deniliyor.
Ramazan ayının insan ruhunda uyandırdığı manevi atmosferin de etkisiyle olağanüstü dünyanın bilinmeyenlerine yönelenlerde artış da gözleniyor. 
Yasal olarak bu gibi işlerle uğraşmak yasak ama herkesin başında bir devlet görevlisi durmadığına göre illegal yöntemlerle sürdüğü de bir gerçek.
 
Şeytana yalakalık

Bir hadiste sihirle ilgili tehlikeye dikkat çekilir: “Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havali edilir.”
İslam alimleri bin 600 yıla yakın sürede tartıştıkları konulardan biri de sihirdir. İhtilaflarla da olsa, dinen caiz olmadığını ifade edenler çoğunluktadır. 
Azınlıktakiler mi?
Onlar zaten sihre inanmıyor.
Ancak, dinen yasaklandığına göre sihrin hak olduğunu savunanlar da var.
Kurtubi’nin şöye ifade eder: Ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre sihir haktır ve onun hakikati vardır. Tılsım yahut şeytanları yücelterek sihir yapıldığı esnada Allah dilediğini yaratır (halk eder)
Hanefi Gaznevi’nin görüşü de şöyle: Sihrin aslı tılsımdır. Yıldızların hasaisinden (kötü huylar) yararlanılarak ya da zor olan şeyleri kolaylaştırmaları için şeytanlara ta’zim/hürmet, yalakalıkla yapılır. 
Mutezile ve Şafilerden Ebu İshak el-Esterabadi gibi alimler bunun kabul etmez. Onlara göre sihir, “Olmadık şeyleri var gösterme sanatı ve göz boyamadır.

Mitolojik miras

Antik Yunan’ın mitolojideki üstün başarısını bilirsiniz. Olağanüstü hikayeler anlatmakta üslerine yoktur.
Düşünce tarihinin köklerinin atıldığı, felsefenin dünyaya, hayata, insan ve doğaya yönelik açıklamalarının her şey kabul edildiği dönemler içinde de mitoloji etkin bir güçtü.
Kitap indirilen dinlerin temelinde de insan zihninin yaratıcı gücü etkindir.
Eski dinler, gelenekler ve hayatın hakikati içinde sihir/büyü/göz boyama gibi insan gerçeği vardı.
Bunların bazıları Müslüman toplumun Mekke’deki oluşumu ve gelişmesi sonrasında İslam dini hızla yayılıyordu. Başka dine mensup Mekkeliler, Hz. Muhammed’e, zayıf ve alt sınıflara mensup takipçilerini terk etmesi halinde kendisine katılacaklarını beyan etti.
Peygamber, bunu yapmadı. Çünkü dini zayıfı, yoksulu, yoksunu korumayı emrediyordu.
Allah, önceden kitap verilenlere de hitap ediyordu.
İslam düşünürü Fazlur Rahman, “Vahiy, peygamberin zihni vasıtasıyla Allah’ın kendini gerçekleştirmesidir” der.
Şu bir hakikat; Allah bütün çağlarda insanın durumuna işaret ediyor. Zayıflıklarını, zaaflarını, güçsüzlüğünü hatırlatıyor ve kötülükleri bırakıp iyiye yönelmesini istiyor.
Başka din, kültür ve gelenekleri yaşayanlar İslam dinine katılmış da olsa eski geleneklerini yeni inanç dünyalarına da taşıdıkları gerçek. Sihir de bunların içinde yer alıyor.
Kafa karıştırıcı gibi gelebilir. Değil.
Net olan şu: Dinde sihir yok. Büyüye inanan ve yapanlar uyarılıyor.
Sözün özü; Uzun tarih boyuncu insan, bilinmeyene yönelip ruhunun daraldığı anlarda dünyanın dışında bir çıkış yolu aramıştır. Ancak bulamamıştır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de herşeyi “Apaçık” beyan ediyor. 
Hakikat orada. Ruhun karanlığından kurtuluş orada.
..