ABD’nin yenilgiyi kabul etmesiyle Ocak 1973'te imzalanan Paris Barış Antlaşması ile tüm güçlerini çekme taahhüdü ile sonuçlanan ve 1955-1975 yılları arasında 20 yıl süren Vietnam Savaşı esnasında bir adam, Amerika'da, Beyaz Sarayın önünde her gece tek bir mum yakarak protesto eylemi yapıyordu.

  Bir gece gazetecinin biri ‘’Bayım bu küçük protestonuzun bir şeyi değiştirebileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’’ diye sordu.

  Adam şöyle cevap verdi:

  ‘’Buraya onları değiştirmek için gelmiyorum. Buraya geliyorum ki, onlar beni değiştiremesinler! Bu vahşete seyirci kalarak vahşetin bir parçası olmamak için gerçeği bilmeye ve anlatmaya devam edeceğim. Vicdan ve merhametimi söküp atmaya çalışan bu acımasız dünyaya karşı direnmek için bunu her gün yapacağım!’’

  Hasıl-ı kelam (sözün özü) adam dünyayı değiştirmenin, savaşı durdurmanın değil, ‘’ İnsan Kalabilme ’’nin mücadelesini veriyor. 

Yıllardan beri olduğu gibi, bugün de dünyanın, özellikle Orta Doğu'nun başını ağrıtan bir İsrail sorunu ( Filistin sorunu değil! ) ile karşı karşıyayız

  Üç aydan beri vahşi sırtlanlardan oluşan İsrail ordusu Gazze’yi bombalıyor. Hamas direnişçilerinin yaptığı, siyonistlerin karizmalarını yerle bir eden eyleme karşılık tüm katliam destekçisi dünya ülkelerinin tabiriyle ‘’ İsrail kendini savunma hakkı(!)’’ nı kullanıyor.

  Bugün (08.01.2024) itibarıyla 23.000'i aşkın Gazzeli Müslüman kardeşimiz şehit edildi. Yaşlı, genç, kadın, çocuk, bebek… Okullar, hastaneler, camiler, kiliseler, BM'ye bağlı kurum ve kuruluşlar da dâhil olmak üzere İsrailli katiller sivil yerleşim yerlerini, canlı yaşayan her yeri alçakça bombalıyor. Fosfor bombaları dahil her türlü yasaklı silahları kullanıyorlar.

  Gazze tam bir cehennem. Yanmış, vücut bütünlüğü bozulmuş bebekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar paramparça. İnsanlar toplu mezarlara defnediliyor. Can taşıyan tüm varlıklar bu vahşetle tam üç aydır ağır bir şekilde muhatap.

  Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu olaylar karşısında, Amerika, İngiltere gibi tarihi zaten katliam ve soykırımlarla kan deryası olan birçok ülke, ‘’İsrail'in kendini savunma hakkı’’ diyerek doğrudan destek verirken, kimi ülkeler, ürkek, rezil ve zelil bir şekilde pısırık bir kınamayla işi geçiştiriyor ya da ‘’Sivillerin ölümünden (sadece) endişe(!) duyuyorlar.’’

  Arap-İslam dünyasının hali pür-melali tam bir yüz kızartıcı durum arz ediyor. Tahtlarını borçlu oldukları Amerika ve avanesini kızdırmamak için sus-pus olmuş şahsiyetsiz zelil bir tavır içindeler.

  Bunca katliam, soykırım devam ederken bunu durdurmaya gücü yeten gelişmiş(!), fakat bu gelişmişliklerini, zenginliklerini, refahlarını hırsızlık gasp, katliam ve soykırımlara borçlu olan ülkeler tam bir ikiyüzlülük, alçaklık ve insanlık dışı bir tavırla laf-ı güzaf ile katliamı seyrediyorlar.

  20 yüzyıldaki savaşlar esnasında ya da sonrasında kurulan BM, NATO, AB ve diğer tüm uluslararası kuruluşlar silah-kaba güç sahibi hırsızlık, gasp ve katliamdan zengin olmuş ülkelerin tam bir destekçisi, daha doğrusu manivelası olarak işlevlerini arsızca ve ikiyüzlü olarak sürdürüyorlar. İnsanlıktan ve edepten payesiz, bütün sermayeleri kızarmaz bir yüz ve bir yaşarmaz göz olan bu ülkelerin yöneticileri ve halklarının bir kısmı insanlıklarını döke-saça insanlıkta sıfıra çıkmak için deliler gibi koşturuyorlar.

   Bereket versin ki dünyanın bu şekildeki acımasız, merhametsiz ve insanlık vasfından nasipsiz devletlerin halklarının bir kısmı onların izinden gitmiyor. Dünyanın dört bir yanında maşeri vicdan ayağa kalkmış ve bu alçak/barbar saldırılar başladığından beri yürüyüşlerle, protestolarla, boykotlarla seslerini yükseltiyorlar.

  Peki, biz ne yapıyoruz? Biz, ben….

  Bu zulmü, katliamı durduracak, fiili olarak buna engel olacak kudrete sahibi değiliz. Geriye iki yol kalıyor bu konuda bize yüklenen: Birincisi, dilimizle yapabildiğimizce, ulaşabildiğimizce, duyurabildiğimizce, hançerimizi yırtarcasına bu katliama karşı çıkmak, anlatmak, haykırmak, bağırmak, çağırmak… Tarafımızı masumdan yana yüksek sesle dile getirmek. Haykırmaktan sesimizin çık(a)mayacak kadar kısıldığı noktada da mazlumlara, kardeşlerimize dua etmek, katillere buğz etmek, beddua etmek, lanet okumak, ilenmek.

  Tarafımızı açık seçik belli etmek anlamında Siyonist Yahudilerin en çok canı yanacak olan bir konuda, ekonomi konusunda onlara olabildiğince zarar vermek, yani ekonomik boykot.

  Siyonist Yahudilerce Filistin'de işlenen cinayetlere bir şekilde karşı durmak, karşı koymak, en azından mazlumdan yana tarafını belli etmek için yukarıda saydıklarımızdan kimisi birini, kimisi ikisini, kimisi hepsini tercih ederek duruşunu ortaya koyuyor.

  Müslüman olmak şart değil; bu karşı duruşa sahip olmak için insan olmak yeterliyken, ülkemizde ve dünyada, kimisi Yahudi Siyonist muhibbânı (sevicisi) olduğundan, kimisi konforunu bozmak istemediğinden, kimisi de aklı basmadığından bir ‘’ Olmazcılar ’’ güruhu oluşturmuşlar ve sürekli karşı duruşun aksi yönünde zırvalıyorlar:

 - Dua ile olmaz.

  -Beddua ederek savaşı durduramazsınız.

  -Boykotla olmaz, her şey onların.

  -Araplar bizi arkadan vurdu.

  Uzayıp gider bu olmazcıların itirazları.

Ama bizler, kalbinde zerre miktarı olsun insanlık duygusu olan insanlar, zerre miktarı olsun iman olan Müslümanlar, kardeşleri için duaya, zalimler için bedduaya boykota devam edeceğiz, etmeliyiz.

Hz İbrahim için yakılan devasa Nemrut ateşini ağzındaki yarım damla suyla söndürmeye bin bir telaşla koşan karınca misali, o karıncanın niyetiyle.

  Büyüğümüz ve küçüğümüzle çoluğumuzla-çocuğumuzla bu bilinçle donanmış nesillerle bu yürüyüşümüze devam edeceğiz. Biz bu şekilde devam edersek Allah'ın nurunu tamamlayacağını biliyoruz çünkü.

***

  Geçen ay yayınlanan (Aralık 2023) YAŞADIKÇA adlı eserimin karton koliler içinde geleceğini beklerken, bir palet üzerinde 20'li paketler halinde geldi ve evimizin önüne o şekilde indirdik. Koliler içinde gelseydi, beş-altı koliyi rahatça taşıyabilirdim içeri. Ancak 20'li paketler halinde gelince onlarca paketi tek başıma taşıyamayacağımı anladım. En küçüğü 4, en büyüğü 10 yaşında olan torunlarımı seferber ettim ve yaklaşık 75-80 paketi Ali Agâh, Akif Emre, Ömer Asaf ve Muhammed Ensar bir de kızımın yardımıyla eve taşıdık; daha doğrusu onlar taşıdı, ben koridora dizdim.

  Torunlarım hayli yoruldular ve teşekkür için onları yakındaki zincir marketlerden birine götürüp diledikleri abur-cuburu(=Kraker, çikolata, cips, şekerleme vs.) alabilecekleri bir alışverişle ödüllendirmeye karar verdim.

  Hepsini topladım yanıma ve ‘’Kuzucuklarım çok yoruldunuz, sağ olun. Kitaplarımın hepsini taşıdınız. Şimdi hep beraber markete!’’ dedim ve hepsini öptüm. Market lafını duyunca yeni neslin malum sevinç nidası :’’ Hihuuuuu!... ’’ Ve ardından sorular : ‘’Dede abur-cuburdan kaç tane alcaz? Birer tane mi?’’

‘’ Hayır, herkes ikişer tane alabilir.’ ’ deyince bir ‘’ Hihuuuuu! ‘’ daha…

  Markete girdik; her biri dolanıyor içeride en beğendikleri iki şeyi almak için.

  Akif bir cipse elini uzatınca Ömer Asaf ‘’ O olmaz Akif, onu alma! ’’ dedi. Akif ‘’ Ben cips seviyorum, cips alacağım.’’ deyince Ömer ‘’ Cips al ama onu alma! O Müslümanlarımızı öldürenlerin cipsi, öbürünü al. ’’ dedi Akif'te bir tereddüt Ömer’de ısrar.

  Biraz tereddüt uzayınca Ömer bana seslendi ‘’Ne var dedeciğim? ‘’ deyip yanlarına gittim. ‘’ Akif Müslümanlarımızı öldürenlerin cipsinden almak istiyo, alma dedim, bana kızıyo! Bunlar Müslümanlarımızı öldürüyo değil mi dede? Almamalıyız onlardan değil mi? Doğru demiyom mu? ‘’ dedi

  ‘’Evet dedecim, doğru söylüyorsun" deyince, Akif Emre Bey ikna oldu ve bir başka cipsten aldı.

  Çok çok sevindim tabii.

Aslında bu konu evde oturulup, etraflıca çocuklara anlatılmış değil fakat haber bültenlerinden, büyüklerin konuşmalarından, evdeki sohbetlerden Ömer Asaf böyle bir çıkarımda bulunmuş kendi kendine ve markette her ne alacak olsa bilemediği (ki onu bilmesi de mümkün değil, biz büyükler de bilmiyoruz zaten) ürünleri daima ‘’ Dede, bu Müslümanlarımızı öldürenlerin mi?" diye sorarak alır.

Çocuk eğitimini yaşadığı ortamdan/iklimden almış.

Daha çok küçük yaşlarda doğrular ve yanlışlar konusunda bir kaygı taşımayı öğrenen çocuklar büyüdüklerinde de iç dünyalarında oluşan bu hak ve batıl terazisini daima hayatlarının bir kıstası olarak kullanmaya devam ederler.

  Onu yapmakla olmaz, böyle yapmakla olmaz demek yerine, kimin elinden her ne geliyorsa onu yapsın bu zalim barbarlara, katillere karşı ve bir insan olarak hiç değilse altı yaşındaki bu çocuk kadar bir kaygı taşısın yüreğinde ki insan kalabilsin.

Öyle olmaz, böyle olmaz!

Ne yapalım?

Oturup sessizce seyir mi edelim?

Ne yapalım?

divaler-filistin1divaler-ayyildiz-torun....