Değerli hocam Orhan YAĞMUROĞULLARI bir mesaj göndermiş. Çok hoşuma gitti. Teşekkür ediyorum kendisine..

Bu mesaj bana kaybettiğimiz bir takım değerlerimizi tekrar hatırlattı..

Çocukluğumu, köyümü, köylülerimi, ninelerimi, dedelerimi hatırlattı.

İnsanlar kardeş oluyor ya hani, kelimeler de kardeş oluyor ve kardeş olunca da pek yakışıyorlar birbirlerine.

İşte, Zarafet ve letafet de iki kardeş kavram..İkisi aynı anda bir insanda bulunursa pek bir hoş oluyor..

İnsanın zarafeti oturmasına-kalkmasına, insanlara bakışına yansıdıkça, o insan da o kadar güzelleşiyor.

Büyüklerimiz, BEN yerine, biz, bu fakir gibi kelimeler kullanırdı..

Şimdilerde BEN demek, adamlık olmuş sanki. Ben yaptım, ben yaparsam böyle yaparım.

Ben demek şeytana mahsus derlerdi, Rabbimiz bile Ben insanı en güzel şekilde yarattım demiyor; "Biz insanı en güzel şekilde yarattık" diyor.

Şeytan, Ben..Benn dediği için kovulmadı mı?

Ninem bana, oğlum misafirin pabuçlarını dışa doğru çevirme derdi. .Neden nine diye sorduğumda; oğlum misafirin pabucunu dışarı çevirmek bir daha gelme der gibi olur derdi..

İçeri dönük olursa, misafir ayakkabılarını giyerken evdekilere sırtı dönük çıkmazmış...

Benim ninelerimin okuma yazmaları yoktu, ama bugünün çok okumuşlarından bile derin bir zarafet ve letafete sahiptiler.

Anacığım hala kapıyı kapat demez mesela.. Kapıyı ört oğlum der..

Meğer öğrendim ki, Allah kimsenin kapısını kapatmasın anlamına geliyormuş.

Dedemin evinde İdare lambası (Kandil derlerdi eskiden) vardı..

Kandili söndür demezdi dedem.. Oğlum kandile bi üfle de, dinlensin biraz derdi.

Meğer, söndürmekle üflemek arasında dağlar kadar fark varmış.

Allah kimsenin ışığını, tüten bacasını söndürmesin anlamında bir dua imiş.

Köyde yaşlılar yolda ya da köy odasında birbirlerini selamlarken, Merhaba(merabayın) derlerdi, merhabayı alan da, sağ elini kalbinin üstüne götürüp başını eğerek karşılık verirdi, kimileri de sağ elini başına götürürdü.. Meğer eli kalbe götürmek; Muhabbetin, sevgin yüreğimde, eli başa götürmek ise, başımın üstünde yerin var demekmiş..
Her şeyin bir hatırı varmış eskilerde..63 yaşını geçmiş ihtiyarlara yaşları sorulduğunda, "Haddi Aştık" derlerdi.. Meğer, Peygamber Efendimiz (A.S) 63 yaşında vefat ettiğinden O’na olan hürmetlerinden dolayı öyle derlermiş..
Yolda küçük büyüğün önünden geçmez, önünden yürümezdi..Büyük oturmadan küçük oturmazdı..Büyük küçüğün gözüne bakınca, bir şey istediğini anlar ve hemen toparlanıp buyur baba, dede derdi...

NERDEN NEREYE!!!
Dedelerim, ninelerim kulaktan duyma bilgilerle, namaz kılacak kadar dualar bilirdi..Hiçbir ünvanları, diplomaları yoktu.

Bugünün yetmelerine göre cahildiler belki.. Ama, hürmet, zarafet-letafet ve insanlık noktasında bugünkülere göre zirvedeydiler..

Gariptiler, fakirdiler, ama bir dilim kuru ekmeği yoldan geçenle paylaşabilecek kadar da gönülleri zengindi.. Biz zenginiz de, kime faydamız var? Bırakın uzakları, mahallemizde, köyümüzde evinde sobası yanmayan, aşı ekmeği olmayanlar var..Hani nerde “komşusu açken tok yatan bizden değil”di?..

O halde biz kimdeniz sahi?

Biz okuduk, okuttuk, çok şeyler öğrettik.. ancak bir şeyi adam gibi öğretemedik.

İNSAN OLMAK!!

Koca koca adamlar yetiştirdik..

Başlarına iri iri harflerle Dr. Doçent, Prof. yüksek mimar-mühendis yazdırdık..

Gönülleri ve ruhları boş, egoları yüksek,kendinden başkasını düşünmeyen cahiller ordusu yetiştirdik..

Bir milletin en büyük çimentosu, harcı; diplomalar, ünvanlar değil, insana ve insanlığa kattığı değerleridir...

Yaradılış gayemize uygun insanlar olabilmek dileği ile.....