1960'larda, dost ülkelerdeki köylerin kalkınmasına katkıda bulunmak üzere genç Amerikalılar seçilmişti. Bu gençlerden biri de 22 yaşındaki Heath W. Lowry idi. 1964'te Balıkesir'in dağ köyü Bereketli'ye gelen Lowry 18 ay boyunca köyün kalkınması için mücadele etti...

Sağlıksız şartlarda yedi, içti, uyudu, yaşadı... Ajan sandılar onu, sineye çekti. Dönemin valisi düşmanca davrandı, üzülmedi. Çünkü köylüler onu, o da köylüleri çok sevmişti. Sonra Amerika’ya dönüp Osmanlı Tarihi uzmanı oldu ve büyük üniversitelerde Atatürk dersi verdi. Şimdi İstanbul’da, Bahçeşehir Üniversitesi’nde başkan danışmanı... O, gerçek bir Türkiye hayranı. Biz de ona hayran kaldık doğrusu...
Hayat hikayeniz nerede başladı?
1942’de Amerika-Oregon’da doğdum. Küçük yaşta, babamın görevi nedeniyle Hindistan’a gittik. 15 yaşımdayken Amerika’ya döndük. Üniversitede iki yıl tiyatro okudum. İki yıl da Avrupa’yı gezdim.
Amerika’ya döndüğümde rahmetli Kennedy’nin başlattığı bir ‘Barış Programı’ olduğunu öğrendim. Program gençlerle yürütülüyordu. Teklif üzerine form doldurdum. Bir ay sonra Türkiye’ye gideceğimi söylediler. Yıl 1964...
Türkiye hakkında bilginiz var mıydı?
Hiç yoktu. Atlasa bakıp yerini öğrendim. 3 ay günde 7-8 saat Türkçe dersi aldım.
‘Barış Projesi’nin hedefi neydi?
Dost ülkelerdeki köylerin kalkınmasına katkıda bulunmak.
Türkiye yolculuğunuz nasıl geçti?
New York’ta uçağa binmeden bir Rum doktor bize hepatit aşısı yaptı. Sonra 65 kişi, Ankara’ya kadar ayakta geldik. O aşı yüzünden popolarımız o kadar acıyordu ki oturamamıştık. Ankara’da, barış gönüllüleri olarak Başbakan İsmet İnönü’yü ziyaret ettik.
Program yöneticisi 5 yaşındaki oğlunu da getirmiş. İsmet Paşa, çocuğu sevdi. Ama çocuk bağırmaya başladı. Paşa İngilizce olarak “Little man, dont cry” (Küçük adam, ağlama) dedi. Boy pos olarak paşa da küçük bir adamdı! 
-----------------------------------------------
KÖY KAHVESİNDE İLK SİGARA
-----------------------------------------------
Hangi köye gideceğinizi Ankara’da mı öğrendiniz?
Evet. Balıkesir’in dağ köyü Bereketli’ye gideceğimi söylediler. Kız arkadaşım Bonnie’ye ise Bilecik’in bir köyü çıktı. Minibüsle Balıkesir’e gittim, 5 kişilik odada kaldım, sabah halk eğitimin cipiyle Bereketli’ye gittik. Bizi 400 kişi karşıladı.
Hayatımda çok önemli rol oynayan köyün muhtarı Kamil Aslantekin ile orada tanıştım. Kamil ortaokul 2’den ayrılmış, cin gibi akıllı, çok iyi bir insandı.
Köyde ilk saatler nasıl geçti?
Kahveye girdik. İlk defa sigara içtim. Bereketli’de tütün yetiştiriliyordu. Sigara kağıdı yoktu. Tütünü gazete kağıdına sarıp içiyorlardı. O zaman Posta yoktu ama Hürriyet’e çok tütün sarıp içmişimdir (gülüyor). O akşam kahvede en az 30 bardak çay içtim. Ardından 5-6 kişi, çevrilmiş koca koyunu yedik ve ben fenalaştım.
Köylülerle çabuk kaynaştınız mı?
Evet. Muhtar Kamil Aslantekin sayesinde. Kamil ilk gün köylülere benim için “Bu arkadaş tanrı misafiri, ona bakacağız” dedi. Yemeği hangi gün hangi evde yiyeceğime dair liste yaptılar. İlk zamanlar camideki muhtar odasında kaldım.
Size ajan gözüyle bakan olmadı mı?
Evet. Dönemin Balıkesir Valisi bana ajan muamelesi yaptı. Sanki CIA o kadar çalışıyor ki 20 yaşındaki çocukları Türkiye köylerine ajanlığa yolluyor!
-----------------------------------------------
İŞKEMBE MACERASI
-----------------------------------------------
Ne yaptı vali?
Her cumartesi sabah 10’da valilikte hazır olmamı ve köyde ne yaptığımı anlatmamı istedi. O zaman devlet daireleri cumartesi öğlene kadar çalışıyor...
Köyde sadece 40 yıllık bir otobüs vardı, o da hafta sonu çalışmıyordu. Cumartesi günleri Kamil ile sabah 4’te kalkıp 1 kilometre yürüyorduk. Oradan geçen kamyona biniyor, 05.30’da Balıkesir’de oluyorduk. 
O saatte ne yapıyordunuz?
Tek açık yer vardı; işkembeci. Kamil ile işkembe çorbası içiyorduk. Ne yediğimi bilmiyordum. Yanımdaki küçük sözlükte işkembe çorbası yazmıyordu. 4 ay sonra toplantı için Ankara’ya gittiğimde büyük sözlüğe baktım, işkembenin ne olduğunu öğrenince tövbe ettim.
Valilikte ne anlatıyordunuz peki?
Vali bizi sorguluyordu. Kamil “Şunu yaptık bunu yaptık” diye uyduruyordu. Ne yapsın? Kışın köy çamur içindeydi, kimse çalışmak istemiyordu. Ama bu arada kahvede piştiyi, 66’yı çok iyi öğrendim.
-----------------------------------------------
"VALİ KASKETİMİ FIRLATTI"
-----------------------------------------------
Vali köye hiç gelmedi mi?
Kışın, köy çamur içindeyken kontrole geldi. Ben çamura karşı köylüler gibi mes giymeye başlamıştım. Valiyi karşılayacağımız için meslerim tertemizdi. Bir de kafama kasket takmıştım. Vali arabadan inip 10 metre yürüyünce çamur içinde kaldı.
Gelir gelmez benim meslere, kaskete baktı. “Bu ne rezalet, köylüye yeni şeyler öğreteceğine, onlardan beter olmuşsun” diye bağırdı. Başımdan kasketi alıp fırlattı. Valiye “Ben onların dünyasına geldim” diye cevap verdim.
Olaylı mı bitti gün?
Yok. Yemeğe geçtik. Yer sofrasında aynı tabaktan tahta kaşıkla yiyorduk. Kamil valinin çıldırmaması için okuldan masa, sandalye getirtti. Beni korumak için valiye “Heath bize masada yemeyi öğretti” dedi.
Köyün yemekleri nasıldı?
Köylüler kuru fasulyeyi sevdiğimi kısa sürede öğrenmişti. Haftada 5 gün kuru fasulye yiyordum. Sonra keşkek, sahanda yumurta ve muhakkak et... Türk yemeklerini çok seviyorum.
Kalkınma projesi olarak köyde ne yaptınız?
Dereye köprü yaptık, model ev inşa ettik, köyün ihtiyaçları için kullanılsın diye 400 kavak diktik. Kızların okuması için mücadele ettim. İlkokul 3’üncü sınıftan sonra kızları okutmuyorlardı.
Köyde toplam ne kadar yaşadınız?
18 ay. Sonra Amerika’ya döndüm. Osmanlı tarihi eğitimimi sürdürdüm, doktora yaptım. 1972-1980 arası araştırma için İstanbul’daydım. Türk-Amerikan İlmi Araştırmalar Derneği’nin müdürlüğünü yaptım.
Bilecik’teki Bonnie ile evlenmiş, kısa süre sonra boşanmıştım. 5 yaşındaki oğlumu da İstanbul’a getirmiştim. 1973’te Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Medeniyetler’ dersi vermeye başladım.
Bugün ünlü olan öğrencileriniz var mıydı?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, işadamı Cem Boyner, gazeteci Sedat Ergin öğrencimdi.
-----------------------------------------------
ÖLÜM LİSTESİNDEYDİ
-----------------------------------------------
Boğaziçi Üniversitesi’nde ne kadar kaldınız?
1980 yazında ayrıldım. Ama darbe nedeniyle değil, Harvard Üniversitesi’nden teklif aldığım için. Zaten Boğaziçi’nde kalan Amerikalı tek hoca bendim, hepsi gitmişti. O gerginliğin ne denli büyük olduğunu sonra anladım!
Nasıl yani?
1983’te askerler ile Adalet Bakanlığı, İstanbul’da bir toplantı düzenledi. Terör uzmanlarını ve benim gibi Türkiye’yi tanıyanları çağırdılar. Metris Cezaevi’ni ziyaret ettik. Hazırlanmış bir koğuşu göstereceklerdi, binbaşıdan başka yer göstermesini istedim. Bir hücrenin önüne geldik, isteğim üzerine hücre açıldı. İçerdeki mahkum “Ben eski Başbakan Nihat Erim’i öldüren kişiyim. Seni tanıyorum. Amerikalısın, Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veriyordun. Seni üç defa evine kadar takip ettik, yanında talebelerin vardı. Vurma fırsatı olmadı” dedi.
Ucuz atlatmışsınız. Peki Amerika’da ne yaptınız?
1983’te, Washington’da, hükümetinizin desteğiyle Türk Etütleri Enstitüsü’nü kurduk. Ermeniler ve Rumlar “Bu, Türk ajanı” diye aleyhimde kampanya başlattı. Princeton Üniversitesi’nde ders vermeye başladığımda kampanya büyüdü. Washington’da silah taşımak yasaktır ama ASALA tehdidine karşı, FBI’ın tavsiyesiyle 5 yıl tabanca taşıdım.
İkinci eşiniz Demet Hanım ile ne zaman evlendiniz?
1974’te İstanbul’da evlendik.
İstanbul’a temelli ne zaman döndünüz?
1 Ocak 2013’te...
Türk vatandaşı oldunuz mu?
Henüz değil. Başvurdum, bekliyorum.
-----------------------------------------------
KEKİK YAĞI ÖLDÜRMÜŞ
-----------------------------------------------
Bereketli Köyü’nde üzücü olaylara tanık oldunuz mu?
Köyde kan davası vardı. Taraflardan biri diğer tarafın evini yakması için adam tutmuş. Adam yanlışlıkla olayla ilgisi olmayan, yalnız yaşayan felçli amcanın evini yaktı. Köylülere, birlikte amcanın evini yapmayı teklif etti. Evi 10 günde yaptık.
Bereketli’de sağlık ocağı var mıydı?
Yoktu tabii. Bu yüzden bana doktor muamelesi yaptılar. Çünkü barış teşkilatı, köye bir çanta sağlık malzemesi yollamıştı. Dereceyle ateş ölçüyor, hafif ağrısı olanlara ilaç veriyordum. Civar köylerden de doktor sanıp bana geliyorlardı.
Ama bir acı olay var ki asla unutmadım. Gece kar vardı. Panik içinde bir genç geldi, köyün öbür ucunda hasta olduğunu söyledi. Çantayı alıp gittim. Genç bir kadın komadaydı. Kamil de geldi, genç adama “Eşini hemen hastaneye götürelim, ölebilir” dedik.
Ancak 2.5 saat sonra kabul etti. O soğukta, tek farı olan traktörün römorkuna yatak serip kadını yatırdık. Biz de römorka bindik. Balıkesir Devlet Hastanesi’ne ulaştığımızda donmak üzereydik.
Amerika’dan yeni dönmüş Dr. Özcan müdahale etti ama kadın öldü. Bir hafta önce doğum yapmış, sütü gelmeyince iki çorba kaşığı kekik yağı içmiş. O genç anneyi, kekik yağı öldürdü
Köylüler sizi suçladı mı?
Ben de kara kara düşünürken imdadıma doktor yetişti. Köylülere “Hastayı zamanında getirseydiniz kurtarabilirdik” dedi.
(15.06.2013 tarihli Cumartesi Postası ekinden alınmıştır / Ayşe Özdemir)