Eskiden, taşradan ya da İlçelerden arayanlar olurdu.
“Bizim burada filanı aday gösteriyorlar. O filan, üçkağıtçının biri. Aday olursa kaybederiz. Falan’ın aday olması lazım. Adam hem iyi bir adam, hem de çok oyu var. Eğer bizimkiler aday göstermezse filancılara geçer, ya da bağımsız olur. Bir şey etmenin imkanı yok mu?”

‘Şey etmek’ ne demek?

Genel Merkez’den birilerini arayıp durumu iletmek demek.

Veya, müsait bir zamanda punduna getirip ‘Reis’e söylemek demek.

Ben öteden beri bu tür taleplere alaka göstermem.

“Yahu” derim, “Seçmen değil misiniz? Eğer aday yanlışsa vermeyin rey. Parti de bir dahaki seçime aday gösterirken daha dikkatli olsun.”

Ayrıca, koskoca parti kendi menfaatini görmüyor mu?

Kötü aday koyarsa daha az oy alacağını akıl etmiyor mu?

Takma kafanı, bunu partinin sorunu olarak gör.

Senin atacağın bir tane rey.

Aday kötüyse vermezsin olur biter.

Benim söylediğim istikamette yürümez işler.

Genellikle parti, seçmenin şikayet ettiği yanlış adayı gösterir.

Ahalide, adaya göre değil, kendisini ait gördüğü siyasi kampa göre oy verme eğilimi daha yüksek.

Bu yüzden, çoğu zaman, yanlış da olsa, o aday kazanır.

Haydii... Bir dahaki seçime kadar suratlar düşük.

Beni görünce düşük.

Benim gıyabımda çoktan, o ‘kötü adam’la ilişkiler kurulmuş, işler tutulmuş.

‘Kötü adam’ın kaybettiği de olur bazen.

Ama bazen.

O zaman da, arkadaşınız, dönem sonuna kadar birkaç defa size “Ben demiştim” deme imkanı elde eder.

Neyse, Allah’a şükür son senelerde bana kimse böyle meseleler sormuyor.

Kafam rahat.

Neden ‘kötü bilinen adam’ı aday gösterir siyasi partiler?

Belki bakanlardan biri, grup başkanvekillerinden biri o adamı tutuyordur.

O adamla daha verimli çalışabileceğini düşünüyordur.

Şehrin sorunlarını çözme konusunda mı?

Pek değil.

Çoğu kez kişisel olarak, ‘kazan kazan’ formülünü iyi çalıştırma konusunda.

‘Kazan kazan’ formülüne şehir veya belde halkı dahil değildir. Genellikle tavsiye edenle tavsiyeye mazhar olan kazanır.

Şehir halkı da bir dahaki seçimlere kadar mırın kırın eder durur.

Bu seçimde dengeler önceki yerel seçimlere göre daha kritik.

Kaybettiğin zaman, bir belediyeden daha fazla şey kaybetmiş oluyorsun.

Kazandığın zaman bir belediyeden daha fazla şey kazanmış oluyorsun.

Öyleyse, daha hassas mı davranacak partiler?

Daha düzgün, daha becerikli, daha çalışkan adaylar mı seçecekler?

Siyasetin itiyatlarından hemencecik vazgeçeceğini zannetmiyorum.

Daha hassas davranmayacaklar ama, daha hassas davranıyormuş izlenimi verecekler.

Arka planda ‘kazan kazan’ı hep gözetecekler.

Yine de, adayın iyi veya kötü olması yerel seçimlerde genel seçimlere nispetle daha etkili.

Adayın kalitesi, İzmir gibi, Kadıköy, Beşiktaş gibi... AK Parti açısından söylersek Konya gibi, Bursa, Bayburt, Esenler gibi halkın büyük ekseriyetinin bir tarafa yüklendiği yerlerde neticeyi değiştirmiyor.

Ama Antalya gibi, Mersin, Üsküdar gibi seçmen dağılımının nispeten dengeli olduğu yerlerde iyi aday ipi göğüslüyor.

İstanbul ve Ankara’da da seçmen dağılımı dengeli sayılır.

İbre hala AK Parti’nin lehine ama, CHP bu metropollerde daima AK Parti’nin rakibi.

En ince hesaplar İstanbul ve Ankara için yapılıyor.

Bakalım, ‘iyi aday’ı kim bulacak.

Her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de bütün partilerin kendisini galip ilan edeceğini tahmin etmek zor değil.

Seçimde kendini galip ilan etmenin türlü türlü yolları var.

Kimi il genel meclisi oylarını baz alır, kimi daha evvel alamadığı iki beldeyi alarak belediye sayılarını arttırdığını anlatır.

Bazıları da ‘her şeye rağmen’ oylarını muhafaza ettiğini.

Ama herkes gerçeği biliyor.

Bu seçimin galibini İstanbul ve Ankara belirler.