Yaptığınız mahalle maçlarını hatırlıyor musunuz?

Hani mahallenin çocukları olarak toplanıp, kendi aranızda bir takım kurup; Oğlum, Kışla Mahallesi çok güçlüymüş, hadi onlarla maç yapalımdediğiniz günleri?

Ya da çimenlik boş bir arsada, iki taşla hayali kale direkleri diktiğiniz, top taşın üzerinden geçtiğinde “direğe çarptı gol saylanmaz” dediğiniz günleri?

Veya üç kornerin bir penaltı olduğu minyatür kale maçlarını?

Benim yaş grubumda olanlar hatırlamışlardır.

Sahi…

Nasıl da o penaltıları boş kaleye ters şekilde topukla vurarak gol atardık değil mi?

Şimdi gelelim elinden cep telefonunu, tabletini düşürmeyen, maçları playstation’da, dostluğu, arkadaşlığı internette arayan günümüz gençliğine…

Sizler!

İnik plastik topla maç yapmanın zevkini hiç yaşamadınız.

Maçları dokunmatik ekrana basarak değil, bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşı havaya atarak, yaş mı kuru mu tercihiyle hiç başlatmadınız.

Sokak aralarında, ekran kararana kadar değil, hava kararıp, akşam ezanı okununcaya kadar hiç maç yapmadınız.

Frikiklerde topun başına geçip, topa hiç pis burun vurmadınız.

Patladığında yama yaptığınız, indiğinde bisikletinizin pompasıyla şişirdiğiniz hiç meşin futbol topunuz olmadı.

Kötü oynasanız da topun sahibi olduğunuz için maç sonuna kadar hiç oyunda kalmadınız.

Topunuz komşunun bahçesine kaçtığında, hiç ağlamadınız.

Arabanın altına kaçan topu, yeni giydiğiniz pantolonunuzun kirlenmesine aldırmadan hiç yere yatıp almadınız.

Skor ne olursa olsun akşam ezanı okuduğunda “golü atan kazanır” kuralını hiç uygulamadınız.

Bizim zamanımızda böyleydi…

O maçlarda eşitlik vardı;

İyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almasına asla izin verilmezdi.

O maçlarda efendilik vardı;

Kaleci topu üç kere yerde sektirince topa hamle edilmezdi…

O maçlarda haksızlıklara tepki vardı;

Topa sert vuran oyuncu anında eleştirilip, kınanırdı.

O maçlarda saygı vardı;

Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa, golü yiyen takımın bir oyucusu çıkar golü kabullenirdi.

Önemli olan birlikte takım ruhunu ortaya çıkarmaktı.

Birlik ve beraberlik önemliydi.

İyi oynayanla kötü oynayan arasında fark yoktu, ikisi de aynı takımda buluşurdu.

Pas vermeyen anında dışlanır, attığı gol olsa bile sayılmazdı.

Yenilince beraber üzülür, kazanınca beraber sevinirdik.

Mahalle takımında bir kez yer alınca, şehir de değiştirseniz, ülke de değiştirseniz o mahalleye aidiyet duygusuyla hiç kopmamak üzere hayatınız boyunca bağlanırdınız.

Mahalle maçları bizler için bir hayat dersiydi.

Birbirimize güvenmeyi biz böyle öğrendik.

Doğru ile yanlışı,

İyi ile kötüyü,

Haklı ile haksızı ayırmayı biz böyle öğrendik.

Sevginin, dostluğun, arkadaşlığın temellerini biz böyle attık.

Kısacası bizler internette değil…

Oyunun içinde hayatı, hayatın içinde oyunu öğrendik…