Nenesinin çarık, babasının kara lastik giydiği Berke Can, 1000 tl lik adidas ayakkabısıyla, bulvardaki cafede fincanına 20 tl ödediği Macchiato kahvesini içerken aç olduğunu söylüyor.

Sizce Berke Can’ın canı ne istiyor?

A ) Iphone 12 Plus.

B ) Levis’in en son serisi Jeans.

C ) 16 Gb Ramli, 6 gb VGAlı Bilgisayar.

D ) Kulağına zirkon küpe.

1980’li yıllarda mahallemize gelen Almancıların arabalarının etrafını bütün çocuklar sarar, almancı komşu daha ailesi ile sarılmadan, bagajındaki paket meyve suyu, kakaolu süt(ilk kez görmüştüm) ve gofretlerden bir tanesini almak için yarışır, aldığımız küçücük paketi asla sokakta açmaz, eve götürür, akşam büyük bir şölen varmışcasına, bitmemesi için tırnaklayarak yerdik...

Sanayisi ve ekonomisi ile çok ileride olan Almanya şimdi bizi kıskanıyor demiyorum ve demeyeceğim elbette, ama şu anda Almanya’nın sosyal standartlarından farklı bir Türkiye yok. Kimsenin de Almanya’ya gitmeye niyeti yok. Asgari ücretin 1584 avro olduğu Almanya’da maaş alan alman, 1000 avrosunu kiraya verdikten sonra, kilosu 36 avrodan kiraz yiyemiyor, 200 gr. tadımlık alıyor. (Kendim bizzat tezgahta gördüğüm rakamdır)

“Açız” diyen adidaslı kardeşimize gelince; açlık anlayışı, günümüz ihtiyaç kavramının anormal derecede değişmesi ile evrildi.

Evet bugün asgari ücretle bir ev geçindirmek hiç kolay değil. Ama bunun yegane sebebi aslî ihtiyaç kavramlarımızın sınırını belirliyememek.

Kimse, ama hiç kimse kazancıyla doğru orantılı harcama yapmıyor, yapmak istemiyor. Aldığı ücretle yakacak parasını ödeyememekten şikayetçi olan, babaları kara lastikle büyümüş genç aile, en az 1-2 bin tl harcayarak, 1 yaşına gelmiş çocuğuna şaşalı bir doğum günü partisi düzenliyor.

Ya da evin erkeği her yıl telefonunu son modeli ile değiştiriyor, evin kadını 3-5 çekmece dolusu kozmetik ürünü kullanıyor.

Diğer taraftan iki maaşla evlerine düzenli olarak her ay on binin üzerinde nakit giren aile, sıkıntı çektiğini, ek ders ücretlerinin düşük olduğunu söyleyerek şikayetçi oluyor. Ve bunun adını “açız” olarak nitelendiriyor.

Sebep? Borçlanarak yeni aldıkları 450 bin tl lik Suv model araç.

Herkesin çocuğu prens ve prenses doğmuş, herkes çocuğunu kral ya da kraliçe yapma peşinde sürükleniyor.

Kimse “adam” ya da “hanfendi” yetiştirmenin derdinde değil artık.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi çağda yaşarsanız yaşayın, toplumlarda ekonomik sınıfsal bir yapı hep olmuştur, olacaktır.

Çan modeli gibi alt kısım geniş ve nüfus kitlesi yoğun, orta sınıfı ve üst tabakası azınlık olan ekonomik yapılarda halk yoğunluğu düşük gelirlidir, orta sınıf azdır ve ülkenin kaymağını Çan’ın sapı yer. Gelişmemiş ülkelerin sosyo-ekonomik yapısı budur.

Tabanda düşük gelirli olan sınıf dar, orta sınıf yeterince geniş ve fazla, üst gelir gurubu da tabanı gibi dar olan sosyo-ekonomik yapılar en ideal olandır. Ve orta sınıf ne kadar irileşirse, en üst ve en alt yoğunluk ne kadar azalırsa, o ülke o kadar zengindir.

Bu modelde ülkenin bütün bireyleri devletin sağlık, sosyal, kültürel yapısından eşit olarak faydalanır.

Şu an nasıldır bilmem ama bu ülkede 90’lı yılların sonlarında milli gelirin yarısı 50.000 kişiye gidiyordu.

Ve...

O 50 bin kişiye düşen milli gelirin yarısının %10 unu 49.700 kişi, %90 ını da 300 kişi alıyordu.

Türkiye’nin en büyük sorunu hafıza sorunu. En başta gençlerimiz olmak üzere toplum olarak alzaymır olmaya yatkınız.

Geçmiş ile gelecek arasında bağımız kopuk.

Kopmaya da devam ediyor.